Kimilerinin bizzat uyguladığı, kimilerinin sağdan soldan kulak aşinası olduğu, bir şekilde uzun zamandır hayatlarımızda olan bir kavram “olumlama”. Ben aslında olumlamadan çok “onaylama” terimini tercih ediyorum, ancak o da bu yazının konusu değil.
Peki nedir bu yazının konusu?
Olumlamaların neden işe yaramadığı… En son gerçekleşmesini istediğiniz bir şey için olumlama yapıp da gerçekleştiğini hatırlıyor musunuz? Evet, enerji psikolojisi alanında çalışmış çok büyük isimlerin “düşüncelerimizi kontrol edersek gerçekliğimizi kontrol edebileceğimizi” anlattıklarını biliyoruz. Bu konuda haklı oldukları yadsınamaz. Bilişsel terapinin bize kattığı üzere, çarpıtılmış düşüncelerimizin nelere yol açtığı ve bunları nasıl düzeltebileceğimiz konusunda olduğu gibi… Söz büyüdür, sözün temeli olan düşünce de büyüdür; muhakkak…
Ama iş olumlamalara gelince bir şeylerin ters gittiği de aşikâr… Siz de belki en iyilerden öğrendiğiniz gibi olumlamalarınızı kağıtlara yazdınız, onları sürekli görebileceğiniz bir yerlere astınız ve belki defalarca tekrarladınız… Ama beklediğiniz sonucu alamadınız, di mi?
Belki doğru düzgün yapamadığınızı ya da bir şeyleri yanlış yaptığınızı düşündünüz. Ya da zaten olumladığınız şeyi hak etmediğiniz kanaatine vardınız. Yahut, “kader, kısmet” dediniz…
Cevap tabii ki bunların HİÇBİRİ değil!
Olumlamaların çoğunlukla işe yaramamasının sebebi, bilinçaltını değil, bilinçli zihninizi hedef alması. Daha doğru anlatımıyla bilinçaltınıza ulaşamaması… Eğer olumlamaya çalıştığınız şey, bilinçaltınızda kayıtlı olan olumsuz bir inançla ters düşüyorsa, kritik zihne çarparak bilinçaltına ulaşamadan bumerang gibi geri dönüyor… Yani siz ne kadar “gelirimi çoğaltmak istiyorum” ya da “hayatımda bolluk ve bereket olmasına izin veriyorum” derseniz deyin, eğer bilinçaltınızda daha fazla geliri ya da bolluk ve bereketi “hak etmediğinize”, ya da “paranın insanı mutsuz ettiğine”, ya da “paranın size gelmeyeceğine” vb. gibi kısıtlayıcı inanç kalıplarınız varsa, kimin kazandığını tahmin edebiliyorsunuz öyle değil mi?
Olumlamaların çok nadiren işe yaramasının tek sebebi ise “tekrar yasası”. Tekrar yasasını günde iki defa doğruyu gösteren bozuk bir saat gibi düşünebilirsiniz. Olumlamanızı o kadar sık ve o kadar çok tekrar edersiniz ki, bir noktada, kritik zihnin aşırı yüklü olduğu bir ana denk gelerek onu atlatabilir ve bilinçaltına ulaşabilir.
Ancak burada da şöyle ufak bir sorun olduğunu hatırlatayım; yaptığınız olumlamayla ilgili bilinçaltında onun tam tersini doğrulayan yüz tane kayıt varsa sizin bu dengeyi bozmak ve aksi yönde bir inanç oluşturmak için yüz birinci kayda ihtiyacınız var. (Gerekli not: bunu sakın yaptığımız bireysel çalışmalarla karıştırmayın! Bireysel çalışmalarda bilinçaltındaki işlem görmemiş kaydı yüzeye çıkarıyor ve sorunun kökenine inerek şifalanmasını sağlıyor, tüm bunları enerji bedenine müdahale ederek yapıyoruz. Şu an sadece ve sadece “olumlamalardan” bahsediyorum).
Yani sırf pozitif cümleler kurarak bir şeyleri yoktan var etmek pek o kadar kolay değil.
Burada hemen bir not girmek istiyorum ama! Ben size olumlamalarınızı yazmayın demiyorum. Hedeflerinizi, niyetlerinizi onlara “odaklanmak” amacıyla mutlaka yazın. Ancak bir kere yazıp sonra 30 gün okumakla da olmuyor. Her gün yazın. El yazınızla! Bilinçaltınız el yazınızı tanır. El yazınızla yadıklarınız bilinçaltına daha kolay ulaşır. FAKAT: Yazmakla da kalmayın üstelik, parmağınızla da – hani çocuklar oku-yazma öğrenirken parmaklarıyla okuduklarının üzerinden geçerler ya, aynen o şekilde – okuduğunuzu takip edin. Bu beyninize neye odaklanması gerektiğini söyleyen bir elektrik sinyali gönderir.
İmgelemenin gücü burada devreye giriyor işte. Ama imgeleme de bu yazının konusu değil, o yüzden devam ediyorum.
Farz edelim “çirkin ve değersiz” olduğunuza dair olumsuz bir inanç kalıbınız var. Kendinize olumlamalarla “güzel ve değerli olduğunuzu” her söylediğinizde bilinçaltı “ama hayır, ben çirkin ve değersizim” inancını tekrar ediyor. Çünkü ona “büyük patron” yani bilinçli zihniniz tarafından “çirkin ve değersiz” olduğunuzu hissetmeniz gerektiği talimatı verildi. Daha evvel birçok yazıda belirttiğim gibi bilinçaltı sadık bir emir eri gibi ne söylerseniz onu yapar. Siz inancınızın tam tersi olumlamalar yapınca olumsuz inanç kalıbı varlığını sürdürmek için ciddi mücadele verir ve daha da güçlenir, yerini sağlama almaya çalışır.
Peki o zaman, geriye bir tek imgeleme mi kalıyor, ama ben o konuda iyi değilim, başka ne var? diye düşünüyor olabilirsiniz…
———————————————————————————————————————-
Ancak imgelemenin enerji psikolojisi alanında oldukça kuvvetli ve mutlaka tavsiye edilen bir teknik olduğunu söylemeden geçmeyeyim… İmgeleme yaptığınızda, beyninizin en derin kısmı, görsel korteksinizle etkileşime geçersiniz. İmgelediğinizde, beyninizin imgeleme yapan kısmı, bunun gerçek mi yoksa hayal ürünü mü olduğunun ayrımını yapamaz. Bununla birlikte, başarmak istediğiniz bir şeyi, ulaşmak istediğiniz bir hedefi imgelediğinizde, bunları sağlamlaştıracak nöral bağlantılar kurmaya başlarsınız. Ve şaşırtıcı bir şey olur. Otomatisite denen şey süreci devralır ve düzenli olarak imgelediğiniz şey otomatik hale gelir. Otomatik hale gelir gelmez beyninizin deha bölümü (sol prefrontal korteks) devreye girer ve o hedefi gerçekten başarmanız için çözüm aramaya başlar.
———————————————————————————————————————-
Olumlamaya iyi bir alternatif, bilgilendirici bir doğrulama cümlesi kurmaktansa “sorgulayıcı” bir yaklaşım. Olumlamaların umut edici yönde bir “beyan” olduğunu unutmayın. Kendinizi sevdiğinizi beyan ediyorsunuz, zengin olduğunuzu beyan ediyorsunuz, başarılı olduğunuzu beyan ediyorsunuz vs… Ama gerçekten bunların hiçbirine inanmadığınız için, yani bilinçaltınızda bu beyanı doğrulayıcı bir kayıt olmadığı için başaramıyorsunuz.
Etrafınızda Access Bars ile ilgilenen birileri varsa mutlaka “bundan daha iyi nasıl olur?” sorusunu duymuşsunuzdur… Hayır, bunun yerine kendinize “bu” soruyu sorun demiyorum. Sadece beyan etmek yerine sorgulayıcı yöntemi deneyin, yani SORU SORUN diyorum. Ancak şu çok önemli; soru sorun fakat cevabını aramayın! Bırakın o işi bilinçaltı yapsın..
Buna dair 2010 yılında yürütülmüş bir araştırma da var. Çalışmanın detaylarına girmeyeceğim ama çıkan sonuçlara göre araştırmacılar, herhangi bir konuda başarılı sonuçlar elde etmek istediğimizde kendimize “soru sormanın” bir şeyleri “beyan etmekten” daha güçlü netice verdiğini ortaya koymuşlar. (“Motivating goal-directed behavior through introspective self-talk: the role of the interrogative form of simple future ten“, I. Senay, D. Albarracin, K. Noguchi, 2010).
Soru sormak çok büyülü, çünkü bilinçaltımıza o “sorunun cevabını bulması gerektiği” mesajını veriyorlar… Merakımızı harekete geçiriyorlar kısaca… Bu strateji olumlamalardan daha iyi çalışıyor çünkü olumsuz düşüncelerinizi, hislerinizi, inanç kalıplarınızı yok saymıyor ve onlarla mücadeleye girişmiyor. Böylece bilinçaltınızla müttefik olmaya başlıyorsunuz, ki onun da yaratıcı çözümler üretmekte ne kadar iyi olduğunu tahmin ediyorsunuzdur.
Siz de olumlamalarınızı beyan cümlesinden çıkararak sorgulamalı öz konuşmalara dönüştürebilirsiniz.
Nasıl mı? Mesela, “hayatıma bolluk ve bereketin girmesini seçiyorum” yerine “hayatımda bolluk ve bereketi arttırmak için neler yapabilirim?”, ya da “kilo vermek istiyorum” yerine “daha sağlıklı beslenmek ve kendimi bedenimde iyi hissetmek için neler yapabilirim?”, ya da “mutlu olacağım bir birlikteliği hayatıma çekiyorum” yerine “kendimle, kendi hayatımda mutlu olmak için neler yapabilirim? Bu mutluluğu nasıl bir yol arkadaşı (hayat arkadaşı) ile paylaşabilirim?” vb. gibi…
———————————————————————————————————————-
2010 yılında Psychological Science dergisinde yayınlanan bir araştırma konuya ışık tutuyor. İster olumlu görüşler gibi pozitif, ister kısıtlayıcı inanç kalıpları gibi negatif olsun, kendi kendine konuşma bir “beyan” yerine geçerken, sorgulayıcı konuşma ise sadece soru sormakla ilgili.
Yapılan araştırmada, dört farklı katılımcı grubundan birtakım anagramlar çözmeleri istenmiş. Ancak göreve başlamadan önce, araştırmacıların onların el yazısıyla ilgilendikleri söylenmiş ve her gruptan el yazısıyla 20 kez “yapacağım,” “yapacak mıyım?”, ya da “ben” yazmaları istenmiş. “Yapacak mıyım?” yazan katılımcıların diğer gruplardan neredeyse iki kat daha fazla anagram çözdüğü gözlemlenmiş.
———————————————————————————————————————-