Ertele-me!


Erteleme aslında kadar büyük bir sorun ki her kesimden her insanı rahatsız eden bir sorun. İster bir şirket çalışanı olun, ister yönetici, ister öğrenci, ister ev hanımı. Herkes zaman zaman bir şeyleri erteler, öyle diil mi?

Her şeyin bu kadar dikkatimizi dağıttığı bu dijital dünyada elbette bir şeylerin yapılıyor olması bile bir mucize aslında. Ama esas sorun ertelemenin kronik hale gelmesi ve hayatınızı olumsuz anlamda etkilemesi.

Ertelemenizin nedenlerine dalıcam birazdan ve size nasıl durduracağınız konusunda bazı uygulanabilir stratejiler vereceğim. Ama önce erteleyici tiplerinden biraz bahsedelim mi?

Birkaç tip erteleyici var. Bunlardan ilki, benim de zaman zaman kendimi içinde bulduğum, temizlikçiler.

Diyelim ki yapman gereken önemli bir iş var, bir anda makinedeki çamaşırlar aklına gelir, ya da masadaki toz seni rahatsız ediverir ve her yeri süpürüp silmeye başlarsın. En sevdiğim.

Bunun bir de uzaktan akrabası var, o da planlayıcı. Bu da işin başına oturdu zannedersin, o işle ilgili notlar, post itler, renkli kalemlerle plan progrma yazmalar, sanat eseri çıkarırcasına bir çalışmalar, uzaktan baksan bir iş yapıyor sanırsın, ama esas işe gelince, ortada bir şey yoktur tabii.

Bir de zaman bükücüler var. Bunlar herhangi bir işi son milisaniyeye kadar bekletirler. Zamanı geldiğinde ortaya da bir şey koyarlar. aslında Böylece kendilerini baskı altında çok iyi çalıştıklarına ikna etmişlerdir. Belki ortaya bir iş çıkarırlar, ancak bunun maliyeti aşırı ve aşırı bir stres ve yorgunluk olur.

Bir de diziciler var. İşe koyulacaksanız, fonda ses olsun diye Netflix’i açıyorsunuz mesela. Ama saatler sonra, bir bakmışsınız Atiye’nin 8 bölümü bitmiş ama ortada iş yok.

Bunun bir de yakın kuzeni var. O da sosyal medyacı. Bu ikisi birbirine çok benzer. Bu tür erteleyiciler aslında mecrada yenidir ancak içlerinde en kötüsü olabilir. Bunlar da işi falan unutup saatlerce instagramda kedi videoları izleyebilir mesela.

Bir de mükemmeliyetçiler var. Şimdi bunlar enteresan çünkü bunlar verilen göreve hemen atlarlar, ama garip bir şekilde işleri asla ve asla bitmez. İşin her düzeyinde mükemmellik ararlar. Her ayrıntıyı sürekli olarak kontrol eder, hep bir son dakika düzenlemesi, değişikliği yaparlar.

Son tip erteleyiciler de sefacılar. Bunların işi gücü iyi vakit geçirmektir. Bunu da başarırlar ama verimli değillerdir. Hep bir şeyleri kaçırdıkları hissini yaşarlar. Kendilerine keyif verecek en ufak bir şey bile esas işi bir kenara atmalarına sebep olur.

Siz hangisisiniz? Ya da hangilerini sıklıkla yaşıyorsunuz fark edebildiniz mi?

Şimdi şunu bilin. Dünyada yüzbinlerce yüzbinlerce insan erteleme sorunu yaşıyor. İster ara sıra ister sık sık. Ama erteleme, üretkenliğinizi, özgüveninizi ve tüm yaşamınızı farkında bile olmadığınız şekillerde etkiler.

Genel kanı, erteleyiciler için şunu söyler: zamanı iyi kullanmıyorlar, ya da iyi bir planlayıcı değiller. Ya da erteleyicileri tembellikle, disiplinsizlikle, motivasyonsuzlukla suçlayabilir. Hatta ve hatta bunun bir irade sorunu olduğunu da söyleyebilirler.

Ancak gerçekte çoğu ertelemenin bunlarla hiç ama hiçbir ilgisi yoktur!

Erteleme bir zaman yönetimi sorunu değil, bir duygu yönetimi sorunudur. Erteleme çoğu kişinin sandığı gibi sadece bir tembellik göstergesi ya da zamanı iyi kullanamama sorunu değildir. Mesele sadece tembellikten kaynaklansaydı, biraz hatırlatma, biraz dürtükleme harekete geçmemizi sağlardı. Ama erteleme bundan daha fazlasıdır.

Erteleme, yapılması gerekli bir eylemi, yapmazsanız bunun zararları olacağını bilmenize rağmen, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde yapmayı ötelemektir. Size zararı olacağını bildiğiniz halde bunu yapmamaktır erteleme.

İşte aslında beyin ertelemeyi bir yardım aracı olarak kullanır. Potansiyel olarak size acı verecek bir deneyim ile uğraşmanızı engellemek için istemsiz bir bilinçaltı tetikleyicisidir erteleme.

Fakat, ister bilinçli bir seçim olsun, ister bir başa çıkma stratejisi olsun, sonuçları aynıdır. Ve ertelemenin verdiği hasar, bir işi tamamlayamamış olmak ve bu yüzden kendinizi ya da başkalarını hayal kırıklığına uğratmakla bitmez.

Ertelemenin maliyeti çok ama çok daha yüksektir.

Nedenini duymaya hazır mısınız?

Bir şeyleri ertelediğinizde, kronik olarak bunu yaptığınızda yani, beyninizde ve hayatınızda, size zarar verecek olumsuz kalıplar yaratır ve onları güçlendirirsiniz. Ve bu olumsuz kalıplar şunlara yol açar:

– düşük özgüven ve veya özdeğer

– işinizde ve yaşamınızda başarısız sonuçlar

– iş yeri veya özel hayatınızdaki ilişkilerinizde stresin artması

– aradığınız başarı veya ilerlemeye bir türlü ulaşamamak

– kendinizde bir şeylerin yanlış olduğu hissine kapılmak

– daha düşük motivasyon

– hayatta hak ettiğinizden daha azına razı olmak

Tüm bu olumsuz kalıplar daha fazla ertelemenizi tetikler. Bu aslında tam anlamıyla kendinizi sabote ettiğiniz bir kısır döngüye dönüşür.

Peki o zaman şunu soralım, NEDEN? Neden kendimize bunu yapıyoruz?

Neden ertelemenin ilerlememizi ve hayatımızı zora sokmasına izin veriyoruz ve buna neden oluyoruz? Neden kendimizde ve sevdiklerimizde hayal kırıklığına yol açtığını bildiğimiz bir eylemde bulunuyoruz? Neden bu döngüye devam ediyoruz?

Yapılan araştırmalar bunun sebebini şöyle açıklıyor: belirli duygudan kaçınmak.

Erteleme yüzleşmeye hazır olmadığımız veya nasıl başa çıkacağımızı bilmediğimiz duygularla yüzleşmemizi engelleyen bir başa çıkma stratejisidir aslında.

Bir işi, bir görevi yapmaya dair hissettiğimiz isteksizlik, söz konusu görevle/işle ilgili olabilir. Mesela temiz bulaşıkları kaldırmayı ya da kütüphaneyi düzenlemeyi canımızı sıktığı için ertelemek gibi. Ama bazen de bu isteksizlik aslında daha derin duygulardan da kaynaklı olabiliyor: En temeli korku… başarısızlık korkusu, ya da başarı korkusu, utanç, eleştirilmek, yetersizlik hissi, düşün özgüven, düşük özgüven, kendinden şüphe duyma, endişe gibi… ben bu işi yapacak kadar iyi miyim? Ya yapamazsam, ya da ya beğenilmezse, ya onaylanmazsam, ya benimle dalga geçerlerse… ya ya ya ya… bitmeyen negatif duygular…

Ertelediğimiz zaman, sadece söz konusu işi görmezden geldiğimizin değil, aynı zamanda bu şekilde hareket etmenin aslında kötü bir fikir olduğunun da farkında oluyoruz. Ancak yine de yapıyoruz. İnsanların bir süre sonra kronikleşen bu mantıksız döngüye girmelerinin nedeni ise, söz konusu işle ilgili hissettikleri negatif duygular.

Yani şunu sorabilirsiniz; özetle, iyi hissetmediğimiz için mi erteliyoruz?

Aslında evet… Ama ertelediğimizde devamında daha fazla stres, kaygı, suçluluk gibi negatif duygulara boğuluyoruz.

Tüm bu duygular bizi tek bir kaynağa döndürüyor tabii: o da beyniniz. Sadece beyniniz değil, özellikle bilinçaltı zihniniz ve koşullandırmalarınız.

Bilinçaltı zihniniz tıpkı bir mıknatıs gibi zihinsel veya duygusal rahatsızlığa neden olabilecek her şeyi sizden uzaklaştırır. Ve sessizce diğer yöne gitmeniz için sizi etkiler.

Erteleme için bir duygusal kaçınma tekniği diyebiliriz yani.

Ertelemeden gerçekleşen şey bilinçaltı zihninizin size acı verebileceğine inandığı herhangi bir şeyle başa çıkma yöntemiyle aynıdır. Bu acı ister gerçek ya da ister hayal ürünü olsun.

İleride daha çok kaygı ve stres ile sonuçlansa bile, duygusal rahatsızlık veya strese neden olan durumlardan kaçınmak için beyniniz size otomatik olarak gönderdiği bir mesajdır erteleme.

Öte yandan erteleme sizi yapacağınız işi bitirmenin vereceği hazdan ve olumlu duygulardan da yoksun bırakır.

Yani erteleme tam bir müsrif, zaman hırsızı, hayal katilidir…

Ertelemeyle dair araştırmalar, ertelediğimiz zaman aldığımız anlık hazzın gücünün, bir görevi yerine getirmenin hazzından daha yüksek olduğunu kanıtlamış.

Fakat ertelediğimizde hissettiğimiz anlık rahatlama aslında bu döngüyü özellikle kısır hale getiren şeydir. Çünkü hemen şimdiki anda yaptığımız ertelemenin sonucunda hissettiğimiz rahatlama, aslında bir ödül mahiyeti taşır. Davranış bilimlerine göre, bir davranışımız sebebiyle ödüllendirildiğimizde onu tekrar etmeye meyilli oluruz. Bu da tam olarak, ertelemenin tek seferlik bir davranış olmaktan ziyade, kolaylıkla kronik bir alışkanlığa dönüşen bir döngü olmasının nedeni.

Uzun vadeli ihtiyaçlar yerine kısa vadeli ihtiyaçları öncelikli tutma eğilimimiz…

Peki bu ne demek? Şöyle anlatalım:

Biz insanoğlu olarak (tabii ki istisnaları tenzih ediyorum) uzak geleceği düşünmek üzere programlanmadık. Çünkü hemen şu anda, şu kısa zamanda ve buradaki ihtiyaçlarımızı düşünmek, onları kotarmak üzere tasarlandık.

Araştırmalar şunu gösteriyor. Nöron seviyesinde bakıldığında, gelecekteki benliklerimizi kendimiz değil de, yabancı biri gibi algılıyoruz. Ertelediğimizde, beynimizin bazı kısımları, aslında ertelediğimiz görevlerin – ve bu sebeple bizi bekleyen olumsuz duyguların – başka birinin sorunu olduğunu düşünüyor…

Yani araştırmalar, beynimizin aslında şimdiki ve gelecekteki hallerini iki ayrı insan olarak düşündüğünü gösteriyor. Bu nedenle uzun vadede mantıksız bir tercih olsa bile, gelecekteki refahımızın pahasına şimdiki halimize öncelik verebiliyoruz.

Stanford Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma şunu kanıtlamış; katılımcılara şimdiki halleriyle gelecekteki hallerini düşünmelerini istediklerinde, beyinlerinin farklı kısımları devreye girmiş. İnsanlara on yıl sonraki hallerini düşünmeleri söylendiğinde, beyin kalıpları, sadece televizyonda, sosyal medyada gördükleri herhangi bir ünlü hakkında düşünmelerini istediklerindekiyle aynı tepkileri vermiş.

Bir görevi yerine getirmemenin, bir işi yapmamanın kendimiz için gelecekte daha fazla strese sebep olacağını bildiğimiz halde, bilinçli olarak bunu bilsek ve kabul etsek bile, zihnimiz yine de öncelikle mevcut tehdidi ortadan kaldırma konusuyla daha fazla ilgilenir. Araştırmacılar bunu “amigdala gaspı” olarak adlandırıyor.

Eğer ertelemeyi alışkanlık edindiysek ve kendimize daha iyi bir ödül bulamadıysak, zihnimiz ona daha iyi bir ödül sunana kadar aynı şeyi tekrar tekrar yapmaya devam eder.

Bunun sebebi duygusal ihtiyacın gücünün her zaman bilginin gücüne ağır basmasıdır. Bir şeyi yapmamak için onun doğrusunu biliyor olmak yeterli değildir. Çünkü insanlar duygularıyla var olan yaratıklardır. Duygusal ihtiyaç doyurulmadan bilmek yeterli değildir. Kendimiz için mümkün olan en iyi seçeneği o anki duygusal ihtiyaçlarımızla yaparız. Mesela, kanser hastası bir adam hala sigara içmeye devam eder. Bu adam üç gün daha fazla yaşamaktansa sigara içerek keyfinden vazgeçmemeyi seçiyordur. Onun için mümkün olan en iyi seçim sigara içmeyerek birkaç gün daha fazla yaşamak değil, yaşadığı sürece sigaradan aldığı keyiften vazgeçmemektir.

Herhangi bir alışkanlık olduğu gibi, herhangi bir ertelemeyi gidermek için de zihnimize “daha iyi bir teklif” vermemiz gerekir.

Çözüme dair duygusal boyutta yapılması gerekenler de var, bunların da altını çizebiliriz:

İlki, ertelediğiniz anlarda kendinizi affetmeniz ve suçluluk tuzağına düşmemeniz. Ertelediğimizde suçluluk duymayı bırakmamız gerekir. Araştırmalar, erteledikleri için suçluluk duyan bireylerin daha fazla erteleme tuzağına düştüğünü gösteriyor. Bunun nedenini anlıyor musunuz? (ufak bir açıklama).

Aynı şekilde ertelemeyle ilgili düşündüğümüz zaman hissettiğimiz stres ve sıkıntı/kaygı yine daha çok ertelememize sebep oluyor. Neden? Çünkü stres ve kaygı kişiyi paralize ediyor, etkisiz hale getiriyor. Bu da eyleme geçmeyi engelliyor. Tam bir kısır döngü yani. Dolayısıyla kendimize karşı şefkat, nezaket ve anlayışla hareket etmek de önemli. Araştırmalar şefkatli olmanın motivasyon ve kişisel gelişimi desteklediğini ortaya koyuyor. Şefkat sadece psikolojik sıkıntıları hafifletmiyor, aynı zamanda motivasyonu yükseltiyor, iyimserlik, bilgelik, merak ve kişisel inisiyatif gibi olumlu duyguları da teşvik ediyor.

Neden erteleriz?


Bugün yapabileceğiniz şeyleri sürekli yarına atma eğilimindeyseniz, ertelemeyle ilgili bir sorununuz olabilir.

Ama merak etmeyin, bu konuda yalnız değilsiniz!

Hepimiz zaman zaman erteleriz. Mesele; bunun kronik hale gelmesi ve hayatınızda mühim sıkıntılar yaratıyor olması.

Mesela, arabanızın tamirini ertelemek, ileride daha büyük ve daha maliyetli bir tamirat işine dönüşebilir. Emeklilik için biriktirmemek, ileride çocuklarınıza yük getirebilir. Kariyer değişikliği yapmaktan korkmak, değersizlik veya başarısızlık duygularında boğulmanıza yol açabilir. Ve hayallerinizi ertelemek, ileride daha büyük hayal kırıklıkları yaratabilir.

Peki ertelediğinizde ne yapıyorsunuz?

· Sosyal medyada takılmak

· Sevdiğiniz diziyi binge yapmak

· Uyuklamak

· Evi temizlemek

· Atıştırmak

· Kitaplarınızı düzenlemek

· Alakasız şeyler araştırmak

Ertelemenin bir “zaman yönetimi” sorunu olduğu zannedilebilir. Tembellik, disiplinsizlik veya motivasyonsuzluktan kaynaklandığı düşünülebilir. Ancak ertelemeyle ilgili sorun aslında çoğunlukla “duygusal” boyuttadır.

Peki nedir ertelemenin bu bahsettiğimiz “duygusal” nedenleri?:

– Düşük özgüven ve özsaygı,

– Yaşamınızdaki başarısız sonuçlar,

– İlişkilerinizde artan stres,

– Değersizlik duygusu,

– Yetersizlik duygusu,

– Anksiyete,

– Hak ettiğinizden daha azına razı olmak,

– Düşük motivasyon.

Bunun sebebi beynimizin potansiyel olarak bizi rahatsız edecek bir deneyimden korumasıdır. Bunu yaparken de bizi o deneyimle karşılaşmayacak olmanın verdiği anlık rahatlamanın hazzıyla kandırır. Misal, yetiştirmeniz gereken bir sunum vardır, bilgisayarınızın başına geçersiniz ama hemen o an önce bir kahve yapasınız gelir, sonra bir maile cevap vermeniz gerektiğini düşünürsünüz, sonra instagramda biraz gezinesiniz tutar… Böyle devam eder… Sonra bir bakmışsınız işe başlamak için çok geç olmuş… Halbuki burada sizi esas alıkoyan o işle ilgili içsel korkularınızdır; ben bu sunumu yapabilir miyim, yaptığım şey beğenilir mi, yoksa çok mu kötü olur, benimle dalga mı geçerler, ben kim bu sunumu yapmak kim? … gibi içsel korkularınız sizin o işe başlamanızı engeller.

Ancak ister bilinçli olarak bir işi erteliyor olun, ister bilinçsizce bir duygudan kaçının… gelinen sonuç aynıdır aslında. Yapılacak iş gecikir, kendinizi ve başkalarını hayal kırıklığına uğratırsınız. Bunu ileride karşılaşacağınız “zararları bildiğiniz halde” yaparsınız üstelik.

Peki ertelemenin neden olduğu döngüyü bildiğimiz halde neden devam ediyoruz?

Erteleme, yüzleşmeye hazır olmadığımız duygulardan uzak kalmamıza yardımcı olan bir başa çıkma stratejisidir. Beynimiz şu an hazır olmadığımız şeylerle yüzleşmek istemediğinde o duygu (her neyse) onu olabildiğince “erteleriz”; daha önemsiz bir iş yaparak, alakasız bir iş yaparak, ev temizleyerek, dizi izleyerek hatta bazen uyuklayarak… yeter ki bizi rahatsız edecek o duyguyla yüz yüze gelmeyelim!

İşin ironik yanı ise, ertelemenin kişiyi birden fazla şekilde incitmesidir. Erteleyerek rahatsız olduğunuz duyguyla karşılaşmamanın verdiği anlık bir rahatlama yaşayabilirsiniz, ancak yapılması gereken işin yapılmaması o işin yapılmasının vereceği olumlu duygudan yoksun kalmanıza sebep olur. Öte yandan ve daha vahimi, ertelerken yüzleşmekten kaçtığınız olumsuz duygular, ileride daha fazla stres, suçluluk, pişmanlık ve özdeğer problemleri olarak size geri döner.

Ve tüm bu duygular daha fazla ertelemeye yol açar. Yani tamamen kendimizi sabote eden bir davranış döngüsüne dönüşür. Kısacası uzun vadede hayatınızdaki olumsuz deneyimleri arttırmış ve olumlu olanları azaltmış olursunuz. Çoğunlukla da bunun böyle olacağını bile bile yaparsınız üstelik!

Halbuki ertelemenin gerçek maliyeti inanılmaz derecede yüksektir; sizden zamanınızı, paranızı ve özgüveninizi çalar…

Yukarıdaki grafiği daha önce gördünüz mü? İşte hayatımızı yarım sayfalık bir resme sığdırdık bile. Bu grafik, yaşadığımız yılların aylara bölünmüş halidir. 90 yaşınıza kadar yaşasanız bile, kaç ayınız var biliyor musunuz? İsterseniz siz de hesaplayın ama ben size söyleyeyim; sadece 1,080 ayınız var! Ve bunun birçoğu akıp geçti bile…

Bu grafikte nerede olduğunuzu bulmak için bir dakikanızı ayırın isterseniz…

Böyle bir grafik çıkarmanın ertelemenin gerçek maliyetini görmeniz için iyi bir yol olduğu kanaatindeyim. İnsan bazı şeyleri gözünün önünde resmedildiğinde daha iyi anlıyor, öyle değil mi?

ZAMAN işte yukarıdaki baloncuklar gibi akıp gidiyor… Halbuki zaman sahip olduğumuz en değerli kaynak;

· Hedeflerimize ve hayallerimize ulaşmaya odaklanma zamanı,

· Başarılarımızdan keyif alma zamanı,

· Ailelerimiz ve dostlarımızla kaliteli vakit geçirme zamanı,

· Yaşadığımız hayata, dünyaya, düzene faydalı olacak bir şeyler yapma zamanı…

Hayatınızın ilk yıllarında olsanız bile 1.080 baloncuğunuzun birkaç yüzünü zaten kullandığınızı düşünüyorum. Elbette ki hayatta yapmak istediğimiz her şeyi yapmak için yeterli zaman yok. Ancak bu kısıtlı ve değerli vakti “ertelemek” gibi akılsızca bir şeye hiç harcamamamız gerektiği anlamına geliyor.

– Erteleme zaman hırsızıdır.

– Erteleme kazanç potansiyelinizi ezer.

– Erteleme özgüveninizi yok eder. Ertelediğinizde, hayatınızdaki hayal kırıklığı yaratan olumsuz kalıpları yaratır ve güçlendirirsiniz.

O zaman hareket geçmeye, hemen bugünden, var mısınız?

Alışkanlıklarımız bizi ve kaderimi nasıl belirliyor?


Hepimizin her sabah tekrar ettiği bir takım gündelik alışkanlıkları, rutinleri vardır, öyle değil mi? Uyanırız, yataktan çıkarız, çişimizi yaparız, dişlerimizi fırçalarız, giyiniriz, evi havalandırır, etrafı toparlar, belki bir şeyler atıştırır, maillerimize ve sosyal medya hesaplarımıza şöyle bir bakarız… Ve hemen her gün bunun benzer varyasyonlarını tekrarlarız.

Bu kadar bilgi bile, hepimizin hayatı hakkında şunu söylemek için yeterli aslında: Belki farkındasınız, belki değilsiniz, ama hayatımızın çıktıları, yani elde ettiğimiz sonuçlar, alışkanlıklarımız tarafından belirleniyor.

Alışkanlıklarımız bizi başarıya götürebilir, şöhret yapabilir, çok para kazanmamızı sağlayabilir, bizi sevgi ve mutlulukla doyurabilir. Öte yandan, yine aynı alışkanlıklarımız bizi depresyona, yalnızlığa, mutsuzluğa, kaygıya, yoksulluğa da sürükleyebilir.

Ne kadar mutlu olduğumuz alışkanlıklarımızın bir sonucudur. Ne kadar para kazandığımız, sağlık durumumuz, sosyal yaşantımız, sahip olduğumuz ve koruduğumuz alışkanlıklarımızın bir sonucudur. Ve eğer bu alışkanlıkları bilinçli olarak gözlemlemez, değerlendirmez, onlara kafa yormaz ve onları şekillendirmezsek bizi uçurumdan aşağı götürebilirler. Alışkanlıklarımız, hayatımız boyunca çıkartacağımız anlamlar, elde edeceğimiz mutluluk ve zamanımızı en iyi şekilde kullanma mücadelemizdeki yegâne silahımızdır.

Gerçek davranış değişikliği aslında kimlik değişikliğidir

Alışkanlıklarımızı yukarıda girizgâhını yaptığım gibi kuvvetli ve etkili bir şey gibi düşünmüyoruz, çünkü çoğumuzda genellikle “hedeflere” odaklanma refleksi var. Ancak geçenlerde paylaştığım “daha iyi bir siz olun” postunda anlattığım gibi, kendimize koyduğumuz hedeflere ulaşmak için de önce onlara ulaşabilecek frekansta biri olabilmek gerekiyor.

Bunu ifade ederken kastettiğim aslında tam anlamıyla şu; amaç maraton koşmak değil, bir koşucu olmak… Yani önce kendimizi, “zihniyetimizi” maraton koşacak seviyeye getirmek, yani bunun için de önce koşucu olabilmek, o alışkanlığı edinmiş olmak gerekiyor.

Bu alışkanlıklar meselesini düşündüğümde aklıma hep Jim Carrey’nin “Yes Man” filmi gelir. Ne muazzam bir filmdir o! İzleyenler hatırlar, filmin esas kahramanı Carl, son derece içine kapanmış, hayata açılmaktan kendini alıkoymuş, tüm çevresine de içindeki bu zehirle bakan biridir. Ancak bir gün içine düştüğü bir kişisel gelişim programı neticesinde her şeye “evet” deme kararı alır. Bu karar ilk başlarda Carl’ın başını derde soksa da beraberinde harika sürprizler de getirir hayatına. Böylece hayatın sunabileceklerine “evet” diyen bambaşka bir adama dönüşür.

Şimdi kendimize dönersek; günlük aldığımız minnak minnak kararlarımızın, bırakın bizi değiştirmesini, hayatımız üzerinde ciddi bir etkisi olduğu birçoğumuzun aklına bile gelmez. Halbuki tüm bu minnak kararlar üst üste, üst üste birikir ve bir dağ olur. Yani aslında gerçekleştirdiğimiz her eylem, olmak istediğimiz kişiye doğru atılan bir adıma dönüşür.

Şöyle anlatayım; diyelim ki kitap yazmak istiyorsunuz. Bir süre boyunca her gün bir tweet bile atsanız, bu aslında o yolda önemli bir adımdır. Çünkü yazma eylemini hayatınıza düzenli olarak sokmuş, onu alışkanlık haline getirmiş olursunuz. Sizi yazara dönüştüren de bu alışkanlıktır işte.

Ben bunu kendi hayatımda birebir yaşadım. Kitap yazmak istiyordum. Ama başlayıp bitiremiyordum bir türlü. Bu arada, yazmak hayatımda tutkulu bir hal almaya başlamıştı. Ben de reklam yazarı olarak çalışmaya karar verdim. Çünkü her gün düzenli yazmanın beni hedeflerime ulaştıracağının farkındaydım ve reklam yazarlığı da (bu mesleği devam ettirmek için değil ama bu yolda bir adım olarak) benim için muazzam bir basamaktı ve tam da düşündüğüm gibi oldu. Kısa zaman sonra hep arzu ettiğim gibi bir senaryo grubunda yazmaya başladım, bir zaman sonra, 2015 yılında da romanım basıldı.

Unutmayın, gerçekleştirdiğiniz her eylem, olmak istediğiniz kişiye atılan bir oy gibidir. Yani bugün seçtiğiniz alışkanlıklar, yarın kim olacağınızı ve ne yapacağınızı belirleyecek. O yüzden olmak istediğiniz kişiye oy verdiğinizden emin olun!

Önüne geçemediğiniz anda kim olacaksınız?

Şimdi bu başlığı okuduğunuzda ne demek istedi bu diyebilirsiniz. Ama devam edin, açıklıyorum. Filme döneyim önce; hatırlayın, Carl her şeye evet deme kararı aldıktan sonra, ilk başta hiç hoşlanmadığı patronu Norm’a bile ısınmaya başlıyordu. Çünkü edindiği bu yeni alışkanlık içinde bir şeylerin değişmesine yol açmıştı. Patronuyla geçirdiği vakitten hoşlanmaya bile başlamıştı. Halbuki Norm’un karakterinde, kim olduğunda en ufak bir değişim yaşanmamıştı. Bakın bu kısım çok önemli; bu sonucu doğuran yalnızca ve tamamen Carl’ın etrafında olan bitenlere ve insanlara dair getirdiği yeni yorumdu. Yani yaşadığı algı değişikliği.

Yazılarımı okuyanlar bilir, birçok yazımda algımızı değiştirmemiz gerektiğini vurguluyorum. Yakarıda verdiğim örnek alışkanlıklarımızın hayatımızı nasıl etkilediğine, hayatımızdaki olayları nasıl yorumladığımız üzerindeki etkisine dair çok önemli bir vurgu aslında. Eğer alışkanlıklarımız kim olduğumuzu değiştiriyorsa ve kim olduğumuz dünyayı nasıl anlamlandırdığımızı belirliyorsa, o zaman alışkanlıklarımız başkalarını nasıl gördüğümüzü de belirliyor demektir.

Ne sıklıkta değersiz, aptal ya da çirkin olduğunuzu düşünüyorsanız, hayatınızı bu şekilde yorumlamanız için kendinizi o kadar fazla şartlandırıyorsunuz demektir. Bu şartlandırma sizi bir döngüye hapseder. Aynı şekilde, başkaları hakkında da öyle düşünmenize yol açar. İnsanları öfkeli, bencil ya da adaletsiz görme alışkanlığı geliştirirsiniz. Odaklandığınız tüm olumsuzluk, yeni olumsuzluklar olarak hayatınıza katlanarak gelir.

Alışkanlıklarınız hayatınızda meydana gelen olayları nasıl yorumlayacağınızı belirler. Bakın bu da çok önemli. Çünkü hayatınızda bir olay meydana geldiğinde davranış değişikliğine gitmek için artık çok geç olmuş oluyor. Otomatik davranış kalıbınız neyse, ona göre tepki veriyorsunuz. Mesela, sigarayı bırakmayı hedeflemiş ancak henüz bırakamamışsanız, biri size sigara uzattığında “ileride bırakmayı hedefleyen kişi” olarak hareket edip geri çevirmez, hala bir içici olarak kabul edersiniz, öyle düşünün.

Yani, mecbur olmadığınız zamanlarda yapacaklarınız, önüne geçemediğiniz anda, yani bir olay meydana geldiğinde, kim olacağınızı belirler. İşte bu yüzden alışkanlıklarımız çok önemli.

Dikkat olmadan zamanın bir önemi yoktur

Aslında en önemli varlığımız zaman değil, dikkat. Yaşamımızdaki deneyimlerin kalitesi, günde kaç saatin olduğuna değil, bu saatler içinde ne kadarını değerlendirdiğimize bağlı. Zamanın sınırlı olduğunu bilmemize rağmen, dikkatimizi doğru kullanarak, diğer insanların aynı miktar zamanda elde ettiklerinden çok daha fazlasını elde edebiliriz. Zaman sadece bir ölçüdür ve dikkat olmadan çok da bir şey ifade etmez aslında.

Filmden örnekleyeyim yine; Carl’ın rutinleri zihnini tamamen kapatmıştı. Ne iyiyi, ne kötüyü, hatta önünde olanı bile göremez hale getirmişti. Carl zamanın içinden habersizce, kayıtsızca geçip gidiyordu sanki. Ancak ve ancak alışkanlıklarını değiştirdiği zaman etrafını yeniden görmeye başladı.

Hayatınızda en çok kontrol sahibi olabileceğiniz şeydir alışkanlıklarınız. Ayrıca, farkındalık içinde değilken, yani dikkatinizi vermediğiniz anlarda, zamanınızın nasıl geçtiğini belirleyen de alışkanlıklarınızdır. Televizyon başında mısınızdır, bilinçsizce bir şeyler mi atıştırıyorsunuzdur, tırnaklarınızı mı kemiriyorsunuzdur, kitap okuyor ve aslında belki yeni projeniz için fark etmeksizin fikir mi biriktiriyorsunuzdur? Bunu şu şekilde özetleyebilirim; iyi alışkanlıklar zamanı müttefik, kötü alışkanlıklar zamanı düşmanı yapar.

Nasıl ki olduğunuz kişi hayatınızda olan bitenleri yorumlama biçiminizi şekillendiriyorsa davranışlarınız ve inançlarınız da algınızı şekillendirir. Ve her üçü de alışkanlıklarınızdan büyük ölçüde etkilenir.

Filmden örneklemek gerekirse; Carl kendini hayattan o denli izole etmişti ki, karşısına çıkan fırsatları görmüyordu bile. Bunu tersine çevirmek için yaşamla olan bağlantısını kabullenmesi gerekiyordu. Bunu birçok küçük eylemle gerçekleştirdi; kredi verdi, arkadaşlarıyla görüştü, flyer’ı kabul etti vb. gibi… İşte tüm bunlar bütün hayatını etkileyecek ciddi bir değişiklik yarattı. Tüm bu değişim beraberinde ciddi bir “farkındalık” da getirdi. Etrafında olan bitenleri, insanların davranışlarını, ruh hallerini görmeye, fark etmeye, dikkat etmeye başladı.

Sürece güvenip geleni kabul ettiğimizde, kendimizi hayata tam anlamıyla ve dürüstçe “açtığımızda” algılayış biçimimiz ve algılarımız da açılıyor. Bu farkındalığın getirisi ise bambaşka. Karma ne demiş? Kötülük sende kalır, iyilik dönüp dolaşıp seni geri bulur

Alışkanlıklarınıza dikkat edin, çünkü alışkanlıklarınız dikkatinizi yönlendirir. İyi alışkanlıklar, kontrolün sizde olmadığı anlarda nereye gittiğinizi belirler.

Baktığın yere gidersin

Motor kullananlar bilir, başını nereye çevirirsen motor oraya gider. Aslında kısaca “baktığın yere gidersin”. İşte bu nedenle dönüşüm için kendimize dönüp nereden başladığımızı, ne noktada olduğumuzu kabul etmemiz, tüm olumsuz düşünceleri ve iç sesimizi bir kenara bırakmamız gerekiyor ki baktığımız yere gidebilelim. Bunun için de yukarıda yazdığım gibi alışkanlıklarımıza dikkat etmemiz gerekiyor. Çünkü alışkanlıklarımız kontrol bizde değilken gittiğimiz yönü belirliyor.

Kim olduğumuz, olan bitenleri nasıl yorumladığımız ve dikkatimiz… Günün sonunda, alışkanlıklarımız bunların üçünü de yönlendiriyor. Hepsi birlikte, ne düşündüğümüzü, nasıl hissettiğimizi ve ne yaptığımızı şekillendiriyor. İşte bu yüzden alışkanlıklarımız her şeydir. Alışkanlıklarımız kaderimizi belirler!

Öyle ki, hayatta elde ettiğimiz sonuçlar, alışkanlıklarımızın gecikmeli bir ölçüsüdür…

Neyse ki, alışkanlıklarımız üzerinde büyük bir kontrole sahibiz. Bu nedenle, alışkanlıklarınızı kurbanı olmak yerine mimarı olmaya çabalayın.

Otomatik pilottan çıkın


Farkındalık tekamülün temel taşı… Kendimizle ilgili ne kadar keşif yapar, ne kadar kapı açarsak, açılacak o kadar çok kapı olduğunu fark ederiz. Etrafımızda ve hayatımızda olup bitenlere karşı edindiğimiz bakış açısı bizim için dünyamızı ve varlığımızı büyük ölçüde belirler. Bu yüzden muhtemelen hayatta öğrenebileceğimiz en hayati ders, düşündüğümüzün önemidir. Eğer sürekli başarısızlığı düşünüyorsanız, ya da odağınız hep başarısızlık üzerineyse, kaçınılmaz olarak başarısız olmanın yolunu bulursunuz. Eğer sağlık veya bereket ise odağınız, daha fazla sağlık ya da bereket için yol açan bilinçli bir karar verirsiniz. Ne yazık ki birçoğumuz edindiğimiz bakış açısının farkında olmuyor, onu bilinçli olarak seçmiyoruz. Gizli davranışlarımız olarak kabul edilebilecek düşüncelerimiz yaşamın akışına bırakıldıkça etrafımızdaki olaylar ve başkaları tarafından şartlandırılıyor. Bu nedenle yaşadığımız sorunlarımızın temelinde yatan, farkındalık eksikliğidir. Yapmamız gereken tek şey ise, bu otomatik pilot halinden çıkarak farkındalığı normalde bilinçsiz geçirdiğimiz süreçlere yaymak.

Yüzeysellikten çıkan, keskin gözleme dayanan, bunu yaparken de yargılamayan, alışılmış ya da zorlayıcı tepkiler içermeyen, ancak hayat deneyiminin akışında gerçekte ne olduğunu açıkça kabul eden bir gözlem… Bu farkındalık anda kalıp olup biteni gözlemlemek kadar, kendine dönüp kendini de keşfetmek, iç dünyamızı nasıl fark ettiğimizi ve izlediğimizi bilmek aslında. İçimizde neler olduğunu fark ettiğimizde, yaptığımız hatalar ya da yanlış kararlar, seçimler konusunda kendimize acı çektirmek yerine, onları insan olmanın kaçınılmaz bir parçası olarak kabul edebiliriz. Farkındalık kendimiz hakkında bilgi birikiminin ötesine geçer: bu aynı zamanda iç durumumuza açıklıkla bakabilmekle ilgilidir.

Zihnimiz, duygusal yaşamımızın bir planını oluşturmak için belirli bir olaya nasıl tepki verdiğimize dair bilgileri saklama konusunda son derece beceriklidir. Bu bilgiler, gelecekte de benzer bir olayla karşılaştığımızda, belirli bir şekilde tepki vermemiz için şartlandırmamızla sonuçlanır. Farkındalık, bu otomatik pilottan çıkarak zihni ondan kurtarmanın temelini oluşturabilecek olan bu şartlanma ve zihnin önyargılarının bilincinde olmamızı sağlar. Duygularımızı ve düşüncelerimizi andan ana izleme yeteneği, kendimizi daha iyi anlamak, kendimizle barışık olmak ve düşüncelerimizi, duygularımızı ve davranışlarımızı aktif olarak yönetebilmenin anahtardır.