Hayatımızı boşa mı harcıyoruz? Ve buna dair ne yapabiliriz?


Tüm hayatınızı boşa harcadığınızı düşünüyor musunuz? Ya da hala harcamaya devam mı ediyorsunuz? Ya da öyle mi hissediyorsunuz? Daha da önemlisi, bunun telafisi mümkün mü? Ve tabii mümkünse nasıl?

Özellikle koronayla birlikte değişen hayat koşulları bir kısmımızda içinden çıkamadığımız bir rutin yaratmış olabilir. Günler birbirine benzedi mi genelde varoluşçu sorular insanın zihnine üşüşmeye başlar. Yavaaaaaşça, son derece sabit geçen günler, her biri bir öncekinin yakın bir kopyası… Düşünmeye de fırsat var ya bol bol, o bir zamanki hayalleriniz gelmiş aklınıza, ama bir bakmışsınız çooook uzak bir noktadasınız. Tıpkı MFÖ şarkısı gibi “niyet neydi akıbet ne oldu bak”.

Bir zen deyişi “insanı boğan nehre düşmesi değil, yüzeye çıkmamasıdır” der. Hepimiz hayatımızda zaman zaman suya düşmüşüzdür, dibe de batmışızdır. Ama yüzeye çıkmak ya mesele…

Bu nehir iyi ama, rastgele akıp götürüyor. Tutunacak dal bulamıyorsan akıntının insafına göre savrulup duruyorsun. Bizi o eski hayallerden uzaklaştıran da bu nehir işte… Telefon alarmındaki “ertele” düğmesi gibi hayallerimizi çıkmaz ayın çarşambasına ertelettiren… Her seferinde bir bahane bulmanızı sağlayan, “şu olsun başlayacağım, bu olsun yapacağım” gibi A’yi B’ye endeksleyip kendi ayağınızı prangalamanıza sebep olan… Yorgunluğunuzu, çocuğunuzu, ekonomik durumunuzu, zaman darlığınızı, adına ne derseniz deyin… Ama şunu bilin, bugün sıraladığınız bahaneler yarın da değişmeyecek, emin olabilirsiniz…

Kendinizi o nehrin akıntısına bıraktığınızda ilk zamanlar sürükleniyormuş gibi hissetmezsiniz. Yüzüyorum sanırsınız. Su sizi taşıyordur işte. Rahatlık gelir. Her şey rutine biter. Ama bir bakmışsınız rutin tüm hareket etme, eyleme geçme KABİLİYETİNİZİ alıp götürmüş. Zaman geçer. Zamanın acıması yok ya, geçmeye devam eder.

Sonra ne mi olur? Nehir başka sularla birleşmiş, derinleşmiş, koyulaşmış… O sizin bildiğiniz nehir değil artık. Üstelik artık kıyı da görünmüyor. Nasıl döneceksiniz? Bu akıntının sonu nere? Artık ardınızda önünüzde ne olduğunu da bilmiyorsunuz. Hiçbir şey öngöremiyorsunuz. Belki ileride bir şelale var? Belki düşüp bir daha hiç kalkamayacaksınız? Ya da böyle akıp gitmeye devam edecek…

Hikâyenin sonunda ne mi olacak? Öyle ekstravagan bir şeyler beklemeyin. Pencereden dışarı, sanki o ulaşamadığınız dünyaya uzaktan bakar gibi, buruk bir gülümseme ve pişmanlık dolu gözlerle; “ah evet ya… onu hiç yapmadım” diyecek belki nedenini bile hatırlamayacaksınız… Kırık dökük bir anımsa olacak o an elinizde…

Nehirden çıkmanın tek yolu yüzmektir. Kimse sizi kurtarmaya gelmeyecek, kimse sizin adınıza kulaç atmayacak. BUNU SİZ YAPMALISINIZ. Kendiniz için, yıllar sonra hayatınıza pişmanlıkla dönüp bakmamak için. Hayaliniz ne? Kitap yazmak mı? Dükkân açmak mı? Oyuncu olmak mı? Yeni bir iş kurmak mı? Resim yapmak mı? En sıradan ya da en uçuk, ne olursa olsun, SİZİN hayaliniz… Zor gibi görünür ama imkansız değil. Bugünü kurtararak başlayın.

BUGÜN HAYALİN İÇİN NE YAPTIN? Bir cümle yazın, bir resim yapın, dükkanınız için ürün araştırın, ya da kendi ürünlerinizi satmaksa hayaliniz, bugün tasarımlarına başlayın, internette araştırın, okuyun, o hayali gerçekleştirmiş insanlara ulaşın, mail atın, mesaj atın, soru sorun, başarı öykülerini dinleyin, FEYZ ALIN.

NE YAPARSANIZ YAPIN ama BUGÜN BAŞLAYIN! Hayatınızı boşa harcamamanın tek yolu bugün boşa harcamamaktır. Bugünü kurtarmak için elinizden gelenin en iyisini yapın!

Mutluluk neden hedef olmamalı?


İnsanların üzülmekten ya da mutsuz hissetmekten dolayı neredeyse suçluluk duyduğuna tanık oluyorum. Sanki bunlar insani duygular değilmiş de zaman zaman da olsa böyle hissetmeye hakları yokmuş, tüm bu duygular, durumlar birer “kusurmuş” gibi. Sanki böyle hissettiklerinde kendilerinde bir kusur olduğuna ikna olmuşlar gibi.

Aslına bakarsanız, şartlandırmaların ve yönlendirmelerin büyük orandan insanların hayatlarını, hatta “kaderlerini” belirlediği bir toplumda yaşıyoruz desem sanırım kimse buna itiraz etmez. Kaç kişi hayatta sevdiği, keyif aldığı bir işte çalışıyor? Ya da idealindeki şeyleri yapabiliyor, hayallerinin peşinden gidebiliyor? Ya da gerçekten keyif aldığı bir birliktelik içinde?

İşte sürekli bir “çaba içinde” hissetmemizin sebebi belki de bu yüzden. Aslında, her an, her zaman mutlu hissetmemekte bir sıkıntı yok. Bu son derece doğal bir durum hatta; endişeli ya da üzgün hissetmek.

Ancak burada sıkıntı biraz da “mutluluk” kavramına yaklaşışımızda. İnsanlar genelde mutluluk peşinde koşuyor. Mutluluk peşinde koşulması gereken bir şeymiş gibi. Yani bir “olma anı”ndan çok bir “hedefe” dönüşüyor. Mutluluğu hep bir şeylere endeksleme alışkanlığına düşüyoruz; şunu yaparsam mutlu olucam, bu olursa mutlu olurum vs. vs. İdealleştirdiğimiz bu kavrama ne kadar uzak kalıyorsak, hayatımızın da o denli berbat ya da anlamsız olduğu hissine kapılabiliyoruz hatta.

Bunun yerine doyum aramak ve onu yaratmaya çalışmak daha sağlıklı bir tercih olabilir aslında. Doyumda, zor bir dönemden geçiyor olsanız bile her şeyin yolunda olduğu hissi var. Her şeye rağmen rahat ve sağlam bir temele sahip olduğunuzun bilgisini içeriyor. Güven veriyor. Doyum sizi bir hedefe ulaşma baskısından kurtarıyor. Bazen güzel bir kahvaltı belki uzun bir yürüyüş gibi kendinizle ilgilenerek bu doyumu yakalıyorsunuz, ya da bazen işinizde kendinizi gururlandırmanızı sağlayacak bir şey başararak.

Doyum bu nedenle son derece kişisel, tamamiyle size ait. Doyum, kendiniz için iyi bir şey yaptığınızda içinize doğan o sıcak his. Bu his öyle bir şey ki, ne başkalarının övgüsüne, paraya, birilerinin ilgisine, onayına, takdirine, hiçbir şeye dayanmıyor. Çünkü tüm bu sıraladıklarım sizi mutlu ediyor kuşkusuz, ancak son derece kısa bir süreliğine…

Doyum, seçtiğiniz herhangi bir işte iyi bir şeyler ortaya koyduğunuzu biliyor olmak. Bunu elde etmek için öyle harika şeyler yapmanız da gerekmiyor üstelik. Sadece denediğinizi veya elinizden gelenin en iyisini yaptığınızı bilmeniz bile doyum hissetmeniz için yeterli. Yaşadığınız dünya ve toplum için iyi bir birey, ya da görmek istediğiniz değişim olma fikri aslında doyum.

Kendi adıma konuşursam, hayatımda belirli bir yaşa gelme fırsatım olursa, geriye dönüp baktığımda yaptığım şeylerin gereksiz olduğunu hissetmek yerine, elimden gelenin en iyisini yaptığımı bilmek isterim. İşte tam da bu nedenle, büyük mutlulukların peşinde koşmaktan ziyade küçük şeylerden doyum almayı seçiyorum.

Daha büyük bir ev, daha yüksek bir maaş, daha havalı bir titr, daha paralı bir konum, daha lüks bir araba, daha egzotik bir tatil yerine kalbimizdeki boşluğu dolduran şeylere odaklanmaya başlamamızın iyi olacağını düşünüyorum. Sonuçta maddi şeylerin sağladığı duygu, ister mutluluk, ister zevk, ister başka bir şey olsun, kısa sürede kaybolur; ancak doyum aldığınız bir hayat sürdürmek, gerçekten önemli olan tek duygudur.

Mutluluğa dair – 4 (son)


Mutluluğumuzun önündeki bir önceki yazıda bahsettiğimiz engeller güçlü olsa da neyse ki aşılmaz değiller. Tüm bu faktörlere rağmen yine de uzun süreli mutluluk mümkün. Bunun için sadece doğru yere bakmalı ve doğru alışkanlıkları geliştirmeliyiz.

Peki neler gerçekten de kontrolümüz altında?

Araştırmalara göre genler bir insanın mutluluk seviyesinin % 40-50’sini oluşturuyor, ancak iyi haber, etrafımızdaki koşulların mutluluğumuzun sadece küçük bir kısmını (araştırmalara göre %10’u) etkilemesi. Ne kadar para kazandığımız, ilişkimiz, işimiz, nerede yaşadığımız vb. gibi dışsal koşullar mutluluk seviyemizin sadece küçük bir kısmını oluşturuyor.

Bu demek oluyor ki % 40-50’lik bir oran tamamen kontrolümüz altında! Dolayısıyla yaptığımız seçimler, geliştirdiğimiz zihniyet ve alışkanlıklar ile mutluluk seviyemizde ciddi bir söz hakkına sahibiz!

Mutluluk psikolojisi araştırmaları mutluluk seviyemizde kalıcı artışlar yaratan 10 temel ilke sıralıyor. Bu ilkelerin her biri kapsamlı bir şekilde araştırılmış, sayısız bilimsel çalışmalarla desteklenmiş ve kişinin mutluluğundaki anlamlı değişikliklerle ilişkilendirilmiş. Hepsinden önemlisi, bu ilkelerin hepsi çabayla öğrenilebilir.

Kalıcı mutluluğun 10 temel ilkesi:

1. Şükran: Araştırmalar, hayatımızın olumlu yönleri için şükran ve takdir duygusunu teşvik etmenin kendi mutluluk düzeyimiz üzerinde güçlü bir etkiye sahip olduğunu ve mutluluğun en önemli anahtarlarından biri olduğunu gösteriyor. Araştırmalar odağımızı yaşamlarımızdaki iyiye doğru çevirdiğimizde çok daha mutlu olabileceğimizi ifade ediyor.

2. Nezaket ve Merhamet: Mutluluğun bir başka önemli ilkesi de nezaket ifadeleri ve başkalarına karşı duyarlılık. Aslında çok sayıda çalışma, ister gönüllü işlerle ister başka yollarla olsun, başkalarına yardım etmenin mutlu olmanın en güçlü adımlarından biri olduğunu gösteriyor.

3. Kendinden Şefkat: İnsanların yaklaşık % 80’i kendilerine karşı diğer insanların davrandıklarından daha katı olma eğilimindedir. Maalesef, bu tür bir özeleştiri refahımıza çok büyük bir zarar veriyor. Araştırmalar kendine şefkat göstermenin zihinsel ve fiziksel sağlığımız üzerinde güçlü yararları olduğunu ortaya koyuyor.

4. Farkındalık: Yapılan araştırmalar uyanık olduğumuz zaman diliminin yaklaşık yarısını zihinsel bakımdan andan kopmuş olarak harcadığımızı gösteriyor. Yani başka bir deyişle, fiziksel olarak bir yerde bulunsak bile zihinsel olarak çoğunlukla başka bir yerdeyiz. İşin kötü yanı zihnimiz ne kadar çok dolaşırsa, mutluluk seviyemiz o kadar düşüyor. Bu nedenle yapılan araştırmalar farkındalığın – yani yargılayıcı olmayan bir şekilde şu anda farkında olma yeteneğinin – fiziksel sağlığımızla birlikte mutluluğumuza ve iyiliğimize de muazzam faydaları olduğunu gösteriliyor.

5. İyimserlik: Yapılan araştırmalar iyimserlerin birçok alanda karamsarlar bireylere göre daha mutlu ve sağlıklı olma eğiliminde olduğunu ortaya koyuyor. Dolayısıyla iyimserliğin hem zihinsel hem de fiziksel refahımız için önemini büyük.

6. İnsan ilişkileri: Teknoloji ve sosyal medya sayesinde bugünlerde sonsuz bir iletişim dünyasında yaşıyoruz. Ne yazık ki bazı çalışmalar, insan ilişkilerimizin kalitesinin iletişim yolları arttıkça bozulduğunu gösteriyor. Halbuki yapılan araştırmalar kalıcı mutluluğa ulaşmanın yollarından birinin de insan ilişkilerimizdeki kaliteyi arttırmak olduğunu gösteriyor.

7. Bağışlama: İçimizde kin, öfke, nefret gibi negatif duyguları depolamak, zihinsel ve fiziksel sağlığımız üzerinde toksik bir etkiye sahip. Mutlu bir yaşam sürmenin sırlarından biri de öfkelerimizden kurtulmak için affetme pratiği geliştirmek. Yapılan araştırmalar affetmenin sağlığımıza ve mutluluğumuza büyük yararlar sağladığı yönünde.

8. Güçlü yönlerimizi kullanma: Güçlü yönlerimizi keşfetmeyi ve onlardan faydalanmayı öğrenmek, mutlu olmanın temel ilkelerinden. Yapılan araştırmalar, güçlü yönlerimizi kullanmanın hem kendi mutluluk seviyemizi arttırmamızda, hem de hayatımızda daha büyük bir anlam ve amaç duygusu elde etmemizde büyük bir rol oynadığını gösteriyor.

9. Olumlu Deneyimlerin Tadını Çıkarma: Olumsuz deneyimler çok daha güçlü bir etkiye sahip olduğundan, her gün meydana gelen iyi deneyimleri gözden kaçırmak kolaylaşıyor. Bu nedenle yaşadığımız her olumlu ve pozitif deneyimin altını çizmek ve yüceltmek için keyif alma kabiliyetimizi geliştirmemiz gerekiyor. Çünkü olumlu deneyimlerin tadını çıkarmak kalıcı refahın önemli ilkelerinden biri.

10. Bedeninize ve sağlığınıza önem vermek: Mutlu olmanın yollarından biri de kendine iyi bakabilmek. Stresli zamanlarında, kendine (bedenine, sağlığına) dikkat edebilmek zorlaşır ve sağlığımız ilk etkilenen alanlardan biri olur. Uykumuza, beden egzersizine, sağlıklı beslenmeye dikkat ederek kalıcı refah için zemin hazırlayabiliriz.

Mutluluğa dair – 3


Bir önceki yazımda piyango örneğinden bahsetmiştim. Görünüşe göre, piyango örneğinde olduğu gibi mutluluğumuzda kalıcı artışa yol açmasını beklediğimiz ancak hiç de öyle sonuç vermeyen pek çok örnek var. Peki neden bu örnekler mutluluğumuzda uzun vadeli değişikliklere yol açmıyor? Bunun sebebi mutluluğumuzun birkaç unsurla doğrudan bağlantılı olması:

1. Kolay adaptasyon

İnsanoğlu değişimlere uyum sağlama konusunda olağanüstü bir yeteneğe sahiptir. Mesela karanlık bir sinema salonuna ilk girdiğinizde görmeniz oldukça güçken kısa bir zaman sonra ortama alışmanız gibi. Bu fizyolojik adaptasyon, mutluluk durumu için de geçerlidir. Mutluluğumuz söz konusu olduğunda meydana gelen benzer uyum sürecine hedonik (hazcı) adaptasyon deniyor. Bu da çevremizdeki hedonik değişimlere “uyum sağlama” eğiliminde olduğumuzu ve kendimizi oldukça hızlı bir şekilde temel mutluluk seviyemize geri döndüğümüz anlamına geliyor. Hedonik adaptasyon ne iyi ne de kötü. Aslında, hayatımızda harika bir şey olduktan sonra bizi sürükleyen süreç, aynı şekilde bir trajediyi de atlatmamıza yardımcı oluyor. Yani finansal kazançlar ya da iyi talihlerin etkisi zamanla kaybolurken, kayıplar ve aksiliklerle ilgili acı veren duygular da zamanla hafifliyor. Ancak olumlu değişimlerde hedonik adaptasyon mutluluğumuzu kalıcı bir şekilde artırmanın önünde güçlü bir engel teşkil ediyor. Bu nedenle normalde bizi uzun süreli mutlu edeceğini düşündüğümüz (daha fazla para, görünümümüzdeki bir değişiklik, yeni bir ilişkiye girme vb. gibi) birçok faktörün kısa bir süre sonra parlaklığını yitirmesine yol açıyor.

2. Genetik piyango

Genlerimiz kişiliğimizden, görünüşümüzden tutun bazı hastalık ve hastalık riskine kadar hayatımızın birçok alanında güçlü bir rol oynamakta. Görünüşe göre, mutluluk seviyelerimiz söz konusu olduğunda da genlerimizin önemi büyük. Hem kardeş hem de tek yumurta ikizlerinin yanı sıra ikiz olmayan kardeşlerin araştırılmasıyla, bilim adamları mutluluğumuzun büyük bir kısmının genetik olarak etkilendiğini kanıtlıyorlar. Genlerin bu alanda ne kadar mı etkisi var? Tahminler değişkenlik gösterse de çoğu araştırma genlerin yaşamdaki mutluluk seviyemizin % 40 ile 50’sini oluşturduğunu gösteriyor. Mesela eğer tanıdığınız biri bardağın çoğunlukla “dolu tarafını” görüyorsa, genetik piyangoyu tutturmuş olma ihtimali çok yüksek. Bununla birlikte genetik fabrika ayarlarımıza mahkûm olmadığımızı, mutluluk söz konusu olduğunda kendimizi seçimlerimiz ve davranışlarımızla değiştirebileceğimizi unutmamakta fayda var.

3. Negatif beynimiz

Başınıza gün içinde bir düzine iyi şey gelse bile, gece eve döndüğünüzde düşündüğünüz yegâne şeyin o gün meydana gelen tek bir kötü deneyim olduğu durumunu yaşadınız mı? Zor zamanlarda nasıl mutlu olunacağını bulmakta zorlanıyorsanız inanın yalnız değilsiniz! Ve bunun için de mutluluğunuzun önündeki bir başka önemli engel olan “beyninize” teşekkür edebilirsiniz. Neden mi? Çünkü beynimiz “mutlu olmak” değil de “hayatta kalmak” yönünde geliştiği için. Hayat ilk atalarımız için oldukça zordu ve sürekli kıtlık, savaş ve doğal felaket tehditleriyle mücadele halindelerdi. İnsanoğlu olarak hayatta kalmak için tehdit ve tehlikelere karşı büyük bir duyarlılık gösterdik. Dolayısıyla olumlu olanlardan ziyade çevremizin olumsuz yönlerine odaklandık. Dünyamız o zamandan bu yana birçok yönden değişmiş olsa da sonuç olarak hala atalarımızın yüz binlerce yıl önce yaptığı aynı temel “makine” ile işliyoruz.

Beynimizin hayatta kalmamıza yardımcı olmak için yerleşik bir “olumsuzluk önyargısı” vardır. Bu durum da kötü sonuçları iyi sonuçlardan daha kolay hatırladığımız anlamına gelir. Neticede de olumsuz olaylar bizi olumlu sonuçlardan çok daha güçlü etkiler. Bu olumsuzluk önyargısı o kadar güçlüdür ki bazı araştırmalar günümüzde sadece tek bir olumsuzun üstesinden gelmek için birkaç olumlu olay yaşamamız gerektiğini göstermektedir. Nöropsikolog Rick Hanson, beynimizi bu nedenle “iyi söz konusu olduğunda teflon ve kötü söz konusu olduğunda zımpara” olarak tanımlar. Bu olumsuzluk önyargısı, özellikle aktif olarak zihni değiştirmeye çalışmadığımız zamanlarda mutsuz ve stresli hissetmemize yol açmaktadır.

Mutluluğa dair – 2


Sağlığımızı iyileştirmenin, yaşam beklentimizi arttırmanın, ilişkilerimizi güçlendirmenin, hatta iş performansımızı iyileştirmenin çok kolay bir yolu var: Daha mutlu bir insan olmak! Evet, şaka değil. Mutluluk araştırmaları, mutlu olan insanların daha sağlıklı ve hayatlarını daha doyurucu yaşama eğiliminde olduğunu ortaya koyuyor. Mutlu olduğumuzda zihinsel ve duygusal refahımızı büyük ölçüde geliştirme, fiziksel sağlığımızı güçlendirme ve yaşamlarımızı dönüştürme fırsatını yakalıyoruz.

Hepimiz kişisel deneyimlerimizden mutlu olmanın kendi başına iyi bir şey olduğunu biliyoruz. Aslında birçoğumuz için kişisel mutluluk yaşam kararlarımızı büyük ölçüde etkiliyor. Fakat kuşkusuz mutlu olmak duygusal bir düzeyde iyi hissetmemizi sağlamasına rağmen, bunun buzdağının yalnızca görünen yüzü olduğunu söylemek mümkün. Aslında mutluluk ve refah psikolojisiyle ilgili araştırmalar çoğaldıkça, mutluluğun yaşamımızdaki çok sayıda alanda kritik rol oynadığını anlamaya başlıyoruz.

Mutluluk literatürünün ortaya koyduğu en heyecan verici bulgulardan biri, mutluluğun sadece kendimizi iyi hissetmemizi sağlamadığı, bizim için de iyi bir şey olduğu. Mutlu insanların birçok alanda daha az mutlu bireylerden daha iyi performans gösterdiği, özellikle de daha iyi psikolojik ve fiziksel sağlık, daha güçlü sosyal ilişkiler ve daha iyi gelişmiş bilişsel performans gösterdikleri vurgulanıyor.

Mutluluğun önündeki engeller ve onları aşmanın yolları neler peki?

Daha büyük bir eve sahip olmayı, daha yeni ve hızlı bir araba almayı ya da işte uzun zamandır beklediğiniz terfiinin gelmesini hayal ediyor musunuz? Öyleyse siz de hedef odaklı bir mutluluk peşindesiniz… Hayalini kurduğunuz şeyin sizi “daha mutlu bir insan” yapacağı yanılgısı içindesiniz. Ne yazık ki birçoğumuz bu düşünce ve davranış biçimine giriyoruz ve temel yaşam seçeneklerimizi akılımızdaki “mutluluk hedefi” ile yapıyoruz. Aslında, ilişki seçimlerimizden yaşadığımız yere, çalıştığımız işe kadar her şey bizi mutlu edip etmeyeceği konusundaki içsel – ve genellikle bilinçsiz – bir karardan etkileniyor.

Başımıza iyi bir şey gelirse mutlu olacağımız düşüncesi hepimizin zaman zaman tuzağına düştüğümüz yaygın bir inanç. Araştırmacılar bunu “eğer/o zaman” esaslı mutluluk arayışı olarak tanımlıyor. Eğer daha büyük bir eve geçersem, o zaman mutlu olurum, ya da eğer beğendiğim arabayı alabilirsem o zaman mutlu olurum gibi…

“Eğer/o zaman” şeklindeki düşünme tarzı kesinlikle baştan çıkarıcı olsa da bu tür dışsal değişikliklerin nadiren kalıcı ve gerçek mutluluk sağladığını hepimiz kişisel deneyimlerimizden öğrenmişizdir. Başımıza gelen iyi şeyler bizi mutlu etmiyor değil, elbette ki ediyor. Sadece yukarıdaki örneklerdeki olumlu değişiklikler, bizi beklediğimizden hem daha az mutlu ediyor ve hem de bu mutluluk beklediğimizden daha kısa sürüyor.

Bunun en klasik bir örneği piyango kazananlarda yapılan çalışmalarda görülüyor. Tahmin edeceğimiz üzere piyangoyu kazanmak, kişinin mutluluğu anlamında hızlı ve büyük bir artışa yol açar. Ancak sorun, bu kazanımların oldukça kısa sürmesidir. Yapılan araştırmalar piyango kazananların çoğunun birkaç ay içinde başlangıçtaki mutluluk ve yaşam memnuniyeti seviyelerine geri döndüğünü gösteriyor.

Mutluluğa Dair – 1


“Mutluluk” kelimesi sizin için ne ifade ediyor? Anlamlı ve gerçek mutluluğun anahtar bileşenleri sizce nedir? Yapılan çalışmalar mutluluk kavramının tanımlanmasının da, “nasıl mutlu olunur” sorusunun cevaplamasının da oldukça çetrefilli olduğunu gösteriyor. Gerçek mutluluğu neyin oluşturduğu konusunda yıllar boyunca birçok farklı görüş ortaya çıkmıştır. Örneğin Mahatma Gandhi, mutluluğu “düşündüğün, söylediğin ve yaptığın uyum içindeyken” meydana gelen bir şey olarak kabul eder. Buna karşılık, Fransız doktor ve filozof Albert Schweitzer bir keresinde şaka yoluyla mutluluğun “iyi bir sağlık ve kötü bir hafızadan” başka bir şey olmadığını ifade etmiştir.

Bu tanımlar elbette ki mutluluğu bilimsel bir bakış açısıyla anlamamıza pek yardımcı olmuyor. Son yıllarda pozitif psikoloji hareketinin önemli bir katkısı, mutlu bir yaşamın nasıl sağlanacağına dair ortak bir anlayış kazanmamıza yardımcı oldu. Dünyanın önde gelen mutluluk psikolojisi uzmanlarından Martin Seligman, mutluluğun birbiriyle bağlantılı üç ayrı unsurdan oluştuğunu tanımladı:

  1. Pozitif duygular
  2. Akış hali
  3. Anlamı hayat

Seligman’a göre, “pozitif duygular” genel olarak olumlu ruh hali durumlarının deneyimleriyle işaretlenir, yaşamdan doyum alma halini tanımlar. “Akış hali”, kişinin ustalaştığı ve anlamlı bulduğu bir iş yaparken zamandan ve mekândan kopacak kadar kendinden geçmesi durumudur. Akış yaşantısı içinde olmak ruhsal iyilik halimizin önemli bileşenlerinden biridir. “Anlamlı hayat” ise kişinin kendisinden daha büyük bir nedene bağlanma fikrini ifade eder. Mutluluk tanımının en köklü halkası anlamlı hayattır. Anlamlı bir şeyin parçası olmak ya da yaşamı anlamlı kılmak ruh halimizi iyileştirir. Seligman’a göre, gerçek refah, bir anlam veya amaç duygusuyla, bu üç unsurun her birinin birleşiminden oluşur.

Seligman zaman içinde teorisini geliştirerek mutluluk yerine “iyilik halini” (well-being) esas aldığı “Flourish” başlıklı kitabı ile bu üç unsuru Perma modeli olarak tanınan beş unsura çıkarmıştır. PERMA iyilik halini tanımlayan beş unsurun baş harflerinden oluşuyor:

  1. P (positive emotion): olumlu duygu
  2. E (engagement): akış hali yaşanan meşguliyet
  3. R (relationships): ilişkiler, yani başka insanlarla ilişki içinde olmak
  4. M (meaning): anlamlı hayat
  5. A (accomplishment): başarı, bir iş başarmanın sağladığı duygusal haz.

Pozitif psikoloji alanında öne çıkan bir başka araştırmacı Sonja Lyubomirsky, mutluluğu “yaşamın iyi, anlamlı ya da değerli olduğu” duygusuyla birlikte “neşe, memnuniyet ya da olumlu refah deneyimi” olarak tanımlamıştır. Seligman’ın yaptığı gibi, bu tanım da gerçek mutluluğun çoklu katmanlarını vurgular. Mutluluğu sadece hoş, kısacık duygulardan ibaret olmak yerine, daha derin bir anlam duygusunu, kişinin hayatından memnuniyetini ve amacını da içerir.

Anlaşılacağı üzere yukarıda anlatılan mutluluk daha derin ve zengin bir olgudur. Olumlu duygular kesinlikle işin bir parçası olsa da mühim olan, anlam ve amaçların verdiği daha derin deneyimler, yaşamımızdan duyduğumuz memnuniyet ve hem insanlar hem de olaylarla olan bağlarımız da en az olumlu duygular kadar (hatta belki daha fazla) önem taşımaktadır.