Korkularımızı dönüşüme gönderiyoruz! Nasıl mı?


İşte size 4 adımda korkularınızı dönüştürme çalışması:

1) İlk adım farkındalık… Korkuyu dönüştürebilmek için öncelikle hangi korkulara sahibiz onların farkında olmak gerekiyor. Bunu yapmanın yolu kendinizde o korku olarak adlandırdığınız duyguyu hissettiğinizde “6 nefes” çalışması. Sakinleyip nefes alıp vererek, verirken de çok hafif üfleyerek, önce sisteminizi sakinleştiriyor, korku devresini kapatıyor, parasempatik sinir sistemini devreye sokuyorsunuz. – Korkuyu, onu tetikleyen düşünceleri, duyguları, inançları ve davranışları tanıdığınızda, fark ettiğinizde, ve en önemlisi, bunu yargılamadan, suçlamadan, utanmadan izleyebildiğinizde, gözlemleyebildiğinizde, saf bir farkındalık seviyesine erişirsiniz. 

2) İkinci adım korkunuzu tetikleyen şeyi yeniden tanımlamak… Yeniden tanımlamaktan kasıt şu, korkunun arkasındaki yanlış inanç, geçmiş bir deneyim, her ne ise, sizi güçsüz düşüren o negatif tanımı pozitif bir tanımla değiştirmek. Videoda da örnek veriyorum, mesela “…. başarmak için yeteri kadar yetenekli değilim” gibi kısıtlayıcı bir inançtan dolayı korkunuz tetikleniyorsa, o zaman bu inancı kendinize tekrar edeceğiniz şöyle bir cümleyle değiştirmek; “geçmişte yeteri kadar yetenekli olmadığımı düşünmüş olabilirim, ancak birçok konuda aslında düşündüğümden daha yetenekli olduğumu fark ediyorum, denediğim yeni şeyler şimdiye kadar idrakında bile olmadığım yeteneklerimi ortaya koymamı sağlıyor” gibi.. Burada atış serbest, tek yapmanız gereken tezini POZİTİF bir açıklamayla çürütmek. 

3) Üçüncü adım; bu çalışmayı uygulamaya başladıktan sonra bilinç düzeyinde zihninize yine negatif düşünceler ya da duygular gelebilir. Bunları yine nefes tekniğiyle serbest bırakmanız gerekiyor, ki şu ana kadar yaptığınız çalışma heba olmasın. Yapmanız gereken şu derin nefes alıp verirken o negatif düşünce ya da duygu neyse “…. serbest bırakıyorum” diyerek nefes vermek…

4) Dördüncü adım aslında size kalmış… Amaç şu; şu ana kadar yaptığınız uygulamayı, gerekirse, ihtiyaç duyuyorsanız başka tekniklerden destek alarak hayatınızda üzerine çalıştığınız korku konusuna dair olumlu sonuçlar almaya başlayana dek sürdürmek..

Çalışmaya dair sorularınız, yorumlarınız olursa yazmaktan çekinmeyin.

Cümlemize şifalarla…

6 engel bize ket vurur! Neler mi?


Hayat yolculuğumuzda biz farkında olmaksızın beynimiz önümüze olası 6 ENGEL çıkarır.

Bunları detaylandırmadan önce şunu söyleyeyim, belki kısıtlayıcı birtakım inançlarınız vardır ama negatif zihniniz yoktur mesela. Ya da olumsuz alışkanlıklarınız vardır ama duygusal kontrol kaybı yaşamıyorsundur. Yani bu 6 engel her zaman hepimizde bulunmayabilir. Herkesin kendi gelişim yolculuğuna göre değişir durum.

Okuduktan sonra kendiniz değerlendirin, acaba bu engellerden hangileriyle sık sık karşılaşıyorsunuz?


Korku: Beyninin temel odağı sizi güvende tutmak. Bunu gerçekleştiren sistemin önemli parçalarından olan amigdala hayatınızın her anında algıladığınız her şeyi arkadaşça ya da düşmanca olarak sınıflandırır. Sizin endişe dolu içsel düşüncelerinize, gerçek olmadıklarının farkına varamadan, tıpkı gerçek tehditlermiş gibi tepki verir. Bu tepki sonucu bilinçaltı sizi eski düzeninize getirmek için elinden geleni yapar. Her ne kadar hedeflerinize ulaşabilecek adımlar atmaya başlasanız bile kronik, fevri, otomatik olarak tetiklenen davranışlarla kendinizi sabote etme ihtimaliniz çok yüksektir.

Kısıtlayıcı inançlar: İnançlar dünyayı ve yaşadığınız deneyimleri tercüme eden lenslere benzer. Söylediğiniz, düşündüğünüz ve yaptığınız her şeye kendi renklerini katar. İnançlar aslında beyninizdeki kuvvetlendirilmiş kalıplardır ve hatıralara, deneyimlere ve köhnemiş gerçekliklere dayanır.Şu örneği hep veriyorum; piyango kazananların %70’i 3 ila 5 yıl içinde tüm kazançlarını kaybediyorlar. Neden peki? Bunun sebebi, piyango kazananların bilinçaltındaki özdeğer ve özkimlikleri ile – yani kendileri hakkında gerçek ya da doğru olduğuna inandıkları şeyler ile – içine düştükleri yeni zengin hayatlarındaki kendilerine dair inançlarının arasındaki bağlantısızlıktan dolayı. Dış çevreleri, özdeğerleriyle ilgili inandıkları şeylerle zıtlık oluşturur. Böyle olunca, birey kendini sabote ederek dışsal koşulları bilinçaltı düşünceleri ve inançlarıyla yeniden aynı hizaya getirir. Yani eski haline. Bu bilişsel çarpıtmanın en kuvvetli şeklidir. Kısıtlayıcı inançlar sizi alışılageldik şekilde davranmaya zorlar. Kendinizi, başkalarını ve dünyayı yeni bir bakış açısıyla görme yeteneğinizi engeller. Dolayısıyla bu kısıtlayıcı inançları değiştirmediğiniz sürece sizi olduğunuz yerde tutan kalıpları tekrar edip durursunuz.

Negatif zihin: Hepimiz zaman zaman negatif ya da iç karartıcı düşüncelere kapılıyoruz. Bu beynimizin uyarı sisteminin bizi güvende tutma yöntemi. Evrimsel açıdan bakıldığında bu oldukça faydalı bir tutum. Ancak sürekli negatif seçenekleri uzun uzadıya düşünmeye başladığınızda korku ve endişe devreleri sizi pesimist bir insana dönüştürecek kadar beyninizin kontrolünü ele geçirebilir. Sürekli negatife odaklanmak enerjiyi o yöne akıttığınız için hayatınızda olumsuzlukların daha çok tezahür etmesine yol açar. Ayrıca aşırı strese sebep olduğundan bağışıklık sisteminiz ve sağlığınız açısından kötü sonuçlar doğurabilir.

Kaygı/Aşırı stres: Ne zaman endişeli, korku içinde, ya da yorgun olsanız beyniniz nörokimyasallar vasıtasıyla stres tepkisi verir. Halbuki stres yeni beceriler edinme kapasitenizi düşürür, motivasyon merkezinizi kapatır, bedeninizin ajite olmasına yol açar, uykunuzu engeller ve beyninizin işlevsel yeteneklerini gölgeler. Stres aynı zamanda beyninizin yaratıcı devrelerini de olumsuz anlamda etkiler. Bu da sizin yeni fırsatları görmenizi, yaratıcı fikir üretmenizi ve içinizdeki dâhiye ulaşmanızı engeller.

Olumsuz alışkanlıklar: Düşündüğümüz ve hissettiğimiz şeye dönüşürüz cümlesini çok kez kullanmışımdır postlarımda. Gün be gün, yıllar boyu, beynimizdeki otomatik kalıplar – onlara alışkanlık da diyebiliriz – bizi tanımlar hale gelir. Alışkanlıkların çok “yapışkandır”. Yani tekrarlanması kolay ama değiştirmesi zor. Bunun sebebi sinir devrelerimiz. Daha önce yazdığım gibi, beyin, enerji verimliliği açısından alışkanlık kurmayı çok sever. Tanıdık görevleri kafa yormadan otomatik davranışlarla yürütmek yaratıcı davranmaktan daha kolay ve önemlisi verimlidir. Çoğu çocukluk yaşlarınıza dayanan kötü alışkanlıklar fazlasıyla yıkıcıdır. Bu durum daha iyi bir hayat için yeni fırsatlar ve çözümler üretmenizi engeller. Daha sağlıklı ve gerçekçi bir bakış açısı yerine bilişsel önyargı yaratırlar.

Duygusal kontrol kaybı: Duygusal kontrol kaybı da vücut kimyamızı olumsuz etkiler. Bu da motivasyonunuzu, yeni beceriler edinme kapasitenizi düşürür ve beyninizin işlevsel yeteneklerini ve yaratıcı devrelerini gölgeler. Gözünüzün önüne bir perde inmiş gibi olur. Yeni fırsatları göremez, yeni fikirlere açılamaz hale gelirsiniz. Sık sık içinde düştüğünüz bilişsel çarpıtma döngüleriyle kendinizi daha çok bataklığa saplarsınız. Duygularınızla ilgili düşündüklerinizi yeniden çerçevelemek için bir yöntem paylaşayım. Duygular hoş ya da hoşnutsuz hissettirmelerinden bağımsız olarak iyi, kötü, negatif ya da pozitif değildir. Duygular bilinçaltı seviyede tetiklenir. Devamında da hissettiğimiz şeyleri hissetmemize sebep olan nörokimyasalları salgılarlar. Burada anahtar, herhangi bir yargıda bulunmadan duygularımızın farkında olmak ve onları nasıl yöneteceğimizi öğrenmektir.

Bu 6 engel bilinçli zihnimizin hem yüzeyinde hem de altında pusuda bekler. Yargısız bir farkındalık içine girmezsek birtakım amaçlarımızı yerine getirebiliriz ama gerçek potansiyelimize ulaşamayız. Önce farkında olalım. Sonra eksiklerimize elimizden geldiğince çalışalım. Hiçbir şey emeksiz olmuyor, ama istikrarlı bir çalışmayla her şey mümkün 🙂

Korkularımız kaderimizi belirliyor mu?


Bazı insanlar nasıl da hayatta belki sayılı kişinin yapabileceği türde yaratıcı ve etrafına ilham veren bir vizyona sahip oluyor hiç düşündünüz mü? Elbette ki ilk aklımıza gelen “zekâ” faktörü. Ama bir Steve Jobs olmasa da hayallerini gerçekleştiren yüzbinlerce insan olduğu da kuşkusuz. Onları diğerlerinden ayıran ne peki?

Aslında yaşam temel olarak eylemle ilgilidir. Düşüncelerim, duygularımız ve eylemlerimiz birbirleri arasında çok değişik şekillerde sonsuz bir döngü oluştururlar ve bu her zaman “düşünün ve yap” sıralamasını takip etmez.

İnsanlığın başat korkusu ölümdür aslında. Ve benlik duygumuz bu korkumuza tepki olarak doğmuştur. Kaderlerine meydan okuyacak bir benlik duygusu inşa ederek… Benliğimizi düşünmek, hayal etmek, yargılamak için kullanırız.

O zaman sormamız gereken soru şudur aslında: yaratıcı biri, hiç görmediğimiz, henüz var olmayan bir şey yaratmak, onu gerçeğe dönüştürmek için benlik duygusunu, kişisel düşünme kalıplarını nasıl kullanır?

Hepimizin hayalleri vardır. Bazen (hele imgeleme çalışıyorsak) gözlerimizi kapatıp onları son derece gerçekmiş gibi hayal ederiz. Öte yandan sayısız insan hayatlarının çoğunu bir şeyler ummalarına, istemelerine, hayal etmelerine rağmen düşüncelerinde kaybolur ve onları asla tam olarak elde edemez. O zaman nedir buradaki sıkıntı? Nasıl bazıları hayal ettiklerine (uçsuz bucaksız bir yaratıcılığa sahip olmayan sıradan insanlar bile) ulaşabilirken diğerleri bunu başaramaz?

Bu duruma daha net bir cevap vermek için “motivasyon” kavramına dönüp bakmakta fayda var. Evrim, geniş anlamda iki şeyle motive olduğumuzu söylüyor: İlki doğal seleksiyon: yani zararlı olan şeylerden kaçınarak, bir grup kaynak için rakipleri yenerek hayatta kalmak için duyduğumuz motivasyon. Diğeri de cinsel seçim: yani genetik kodumuzu koruma motivasyonu.

Yani geniş çapta baktığımızda bir “zarar görme” korkumuz bir de “koruma” arzumuz bulunuyor.

Zarar görme korkusu, hayatta kalma modunda olduğumuz anlamına gelir. Sürekli olarak olası kayıpları düşünme derdindeyizdir. Bu bağlamda, koruma arzusu daha büyük ufuklarda daha güçlü bir motivasyon kaynağı iken, korku kısa vadede daha acil bir motivasyon aracıdır.

İnsan düşüncesinin karmaşıklığında, hayal dünyasında, bu güdülerin her ikisi de mevcuttur. Bireysel genetik kodumuza bağlı olarak, kültürel ortama bağlı olarak, bizi şekillendiren yaşam deneyimine bağlı olarak, her birimizin içinde bazı korkular da arzular da vardır. Ve bunların hepsi kararlarımızı ve eylemlerimizi etkiler.

Korku ve arzu arasında geniş bir ayrım da yapabiliriz. Korku genellikle engelleyicidir. Tehlikeli durumlara aşırı tepki vermek anlamına gelen bir savaş/kaç tepkisidir aynı zamanda. Öte yandan arzu, içinde yaşadığımız dünyanın daha geniş bağlamında daha fazlasını istememizi sağlayan şeydir. Hayal gücümüzde bu iki dürtü etkileşim halindedir. Korku, harekete geçmemizi veya en azından tutarlı, düşünülmüş eylemler yapmamızı engeller. Arzu ise bizi bir şeyler yapmaya motive eder.

Olaya bu açıdan baktığımızda, bazılarının neden hayallerini gerçeğe dönüştüremediğini açıklar aslında. Eğer düşünceleriniz ve hayal gücünüz aktifse ve hala bir şeyleri gerçekleştiremediyseniz, sorun arzu değil korkudur. Yüzeyde korku gibi görünmüyor olsa bile üstelik… Belki durup düşündüklerinde akıllarında herhangi bir korkuyu saptayamazlar, ancak bir yerlerde onları geride tutan bir şeyleri vardır. Çünkü bekleyen zorlukların üstesinden gelebileceklerine gerçekten inanmazlar ya da üstesinden gelebileceklerine inansalar dahi bu değer olduklarını düşünmezler, veya veya veya… daha birçok kısıtlayıcı korku sıralayabilirim burada.

Dolayısıyla hayal gücünüzdeki düşünceler gerçek dünyada eylemler ve sonuçlar haline gelir, ancak sadece korkularınızı yenecek güce sahipseniz.

Dünyada “yaratıcılık” arzudan doğar. Arzu düşüncelerimizi ve hayal gücümüzü besler. Ve bizi engelleyen herhangi bir korkumuz yoksa veya ortaya çıktıklarında yüzleşecek cesaretimiz ve gücümüz varsa, hayallerimizi gerçekliğe dönüştürememek için hiçbir sebep yoktur.

Korkunun sorunu ise garip bir şekilde ortaya çıkmasıdır. Bazı insanlar doğuştan ve kendiliğinden diğerlerine göre daha yüksek bir endişe belirtisi gösterir. Bazıları korkularını öfkenin, bazıları tembellik ya da ertelemenin arkasına saklar. Ancak hepsinin yolu korkuya varır.

Bu korkuların çözümü kişiseldir elbette. Bunu yenmenin ilk adımı farkındalıktır kuşkusuz. Nerelerde tıkandığınız, hangi engellere çarptığınız, hangi korkularınızla kısıtlandığınız… Eğer daha kesin çözümlere ihtiyaç duyuyorsanız EFT gibi tekniklerle bunların üstesinden gelmeniz mümkün.