Korkularımızı dönüşüme gönderiyoruz! Nasıl mı?


İşte size 4 adımda korkularınızı dönüştürme çalışması:

1) İlk adım farkındalık… Korkuyu dönüştürebilmek için öncelikle hangi korkulara sahibiz onların farkında olmak gerekiyor. Bunu yapmanın yolu kendinizde o korku olarak adlandırdığınız duyguyu hissettiğinizde “6 nefes” çalışması. Sakinleyip nefes alıp vererek, verirken de çok hafif üfleyerek, önce sisteminizi sakinleştiriyor, korku devresini kapatıyor, parasempatik sinir sistemini devreye sokuyorsunuz. – Korkuyu, onu tetikleyen düşünceleri, duyguları, inançları ve davranışları tanıdığınızda, fark ettiğinizde, ve en önemlisi, bunu yargılamadan, suçlamadan, utanmadan izleyebildiğinizde, gözlemleyebildiğinizde, saf bir farkındalık seviyesine erişirsiniz. 

2) İkinci adım korkunuzu tetikleyen şeyi yeniden tanımlamak… Yeniden tanımlamaktan kasıt şu, korkunun arkasındaki yanlış inanç, geçmiş bir deneyim, her ne ise, sizi güçsüz düşüren o negatif tanımı pozitif bir tanımla değiştirmek. Videoda da örnek veriyorum, mesela “…. başarmak için yeteri kadar yetenekli değilim” gibi kısıtlayıcı bir inançtan dolayı korkunuz tetikleniyorsa, o zaman bu inancı kendinize tekrar edeceğiniz şöyle bir cümleyle değiştirmek; “geçmişte yeteri kadar yetenekli olmadığımı düşünmüş olabilirim, ancak birçok konuda aslında düşündüğümden daha yetenekli olduğumu fark ediyorum, denediğim yeni şeyler şimdiye kadar idrakında bile olmadığım yeteneklerimi ortaya koymamı sağlıyor” gibi.. Burada atış serbest, tek yapmanız gereken tezini POZİTİF bir açıklamayla çürütmek. 

3) Üçüncü adım; bu çalışmayı uygulamaya başladıktan sonra bilinç düzeyinde zihninize yine negatif düşünceler ya da duygular gelebilir. Bunları yine nefes tekniğiyle serbest bırakmanız gerekiyor, ki şu ana kadar yaptığınız çalışma heba olmasın. Yapmanız gereken şu derin nefes alıp verirken o negatif düşünce ya da duygu neyse “…. serbest bırakıyorum” diyerek nefes vermek…

4) Dördüncü adım aslında size kalmış… Amaç şu; şu ana kadar yaptığınız uygulamayı, gerekirse, ihtiyaç duyuyorsanız başka tekniklerden destek alarak hayatınızda üzerine çalıştığınız korku konusuna dair olumlu sonuçlar almaya başlayana dek sürdürmek..

Çalışmaya dair sorularınız, yorumlarınız olursa yazmaktan çekinmeyin.

Cümlemize şifalarla…

İmgeleme/imajinasyon kilo konusunda yardımcı oluyor! Nasıl mı?


Kendimizi nasıl algılıyor ve bu algıyı nasıl yansıtıyoruz? Yeterince zayıf, zeki, zengin, ya da başarılı olmadığınızı mı düşünüyorsunuz? Bu düşüncelerinizi hayatınızda nasıl yaşıyor, yaşatıyor ve yansıtıyorsunuz? Hepimizin kendiyle ilgili negatif algıları olabilir. Kimilerinin ki daha fazladır ve zarar verici, hatta hayat kalitesini zedeleyici olabilir. Kendimizle ilgili olumsuz “öz imajımızın” nasıl üstesinden gelebiliriz peki? Hayalini kurduğumuz “kendimizle” ilgili gereken özelliklere sahip olmadığımıza olan inancımızı nasıl tersine çevirebiliriz?

Öncelikle şunu soralım, bu olumsuz öz imajımız nereden geldi?

Bilinçaltı zihnimiz ona ne söylersek inanır. Özellikle çocukluk yıllarımızda kendimizi sürekli negatif bir spot ışığı altında görmüş ve değerlendirmiş olabiliriz. Zaten okul ortamı, eğitim yıllarında yaşıtların sosyo-ekonomik koşullarımıza dayalı yargıları, velilerden ve öğretmenlerden gelen eleştiriler, medyada ve sosyal medyadan kaynaklı gerçekçi olmaktan uzak güzellik ve başarıya dair tasvirler bir araya geldiğinde kendimizi “yeteri kadar iyi” hissetmemek pek de zor olmasa gerek.

Üstelik bunlarla da bitmiyor. İlk başlarda “dışarıdan” kaynaklı bu etki bir zaman sonra içselleşerek bizim “eleştirel iç sesimiz” haline geliyor. Kendimizi türlü sıfatlarla yaftalamaya başlıyoruz, olması gerektiğini düşündüğümüz imkânsız bir kalıba sokmaya çalışıyoruz. Yeterince iyi, yeterince güçlü, yeterince güzel ve yeterince başarılı olmadığımız için kendimizi mağlup hissediyoruz.

Bu iç sesi dinledikçe de zamanla değiştirilmesi zor olabilecek olumsuz bir öz imaj şekillendirmiş bulunuyoruz. Tabii zor ama imkânsız değil. Bu öz imajı tersine çevirebileceğimiz araçlar var. Bunlardan biri de imgeleme çalışmaları. İmgeleme ya da imajinasyon bir nevi yaratıcı görselleştirme. Tabii ki bu süreç bir gecede gerçekleşmez, ama olumsuz benlik imajımızı geliştirmek için çok fayda sağlayabilir.

İmgelemenin anahtarı uygulama ile tutarlı kalmaktır. Amaç, yeni olumsuz düşüncelerin bilinçaltı içine girmesini engellerken mevcut olanları da ortadan kaldırmaktır.

İlk olarak, rahatsız edilmeden bir süre yalnız başınıza oturabileceğiniz veya uzanabileceğiniz sessiz sakin bir yer bulun. Dilerseniz mum ya da tütsü yakabilir, dinlendirici bir müzik açabilirsiniz.

Gözlerinizi kapatın. Birkaç dakika boyunca sadece nefesinize odaklanın. Derin ve sakin nefesler alıp verin ve bedeninizdeki, zihninizdeki stresi bırakmaya çalışın.

Sakinlediğinizde, gerçek benliğinizi, derinlerde olduğunuz “sizi” görselleştirmeye çalışın. Kendinizi, ışık, sevgi ve mutlulukla parlayan güçlü, güzel, Tanrının bir yaratımı olarak görün. Bunu olabildiğince hissetmeye çalışın. Hatırlarsanız daha evvel de yazdım, duygu yoğunlaşması hissetmelisiniz. Yapabildiğiniz kadar detay eklemeye ve o anı tüm duyularınızla hissetmeye çalışın. Sesleri işitin, koku almaya çalışın.

Tüm bunları yaparken olumsuz düşüncelerin kafanıza üşümesine izin vermeyin. Elbette böyle şeyler olabilir. Bu düşünceleri nazikçe bir kenara itin. Ve şundan emin olun, zihninizde yaratabildiklerinizi fiziksel realitenizde de yaratabileceğinizi bilin.

Bu alıştırmaya zaman ayırın ve olumlu sonuçlarını hissedene kadar devam edin. Ancak burada bir not düşmem lazım. İmajinasyon çalışmasını bilişsel çalışmalarla desteklemelisiniz. Yani eleştirel iç sesinizin yaptığı olumsuz eleştirileri mutlaka çürütün. On yaşında bir çocukla konuşur gibi bilinçaltınıza bu düşüncelerin yanlış olduğunu aksi örneklerle kendinize sesli olarak anlatın. Hatta yer yer kendinizi övün, cesaretlendirin, düşünceleriniz ve sözlerinizle kendinizi geliştirin.

Tüm bunlar sırasında tabii ki sabırlı olun! Olumsuz benlik imajınızı düzeltmenin zaman aldığını ve emek gerektirdiğini unutmayın. Kendinizi olmak istediğiniz şekilde hayal etmenin bilinçaltınızda yeni bir “gerçek” yarattığını hatırlayın.

Duygusal esneklik önemli. Neden mi?


Sadece spor yaparak ya da sağlıklı beslenerek sağlıklı yaşıyor olmuyoruz. İşin bir de zihinsel/duygusal boyutu var. Hatta bu tarafın da ne kadar önemli olduğunu evlerimize kapandığımız şu günlerde belki daha iyi anlıyoruz. Hareket alanımızın kısıtlanması kendimizle daha fazla didişmeye, daha fazla düşünmeye, o eleştirel iç sesi daha sık duymaya sebep oluyor olabilir.

Aslında şu dönemde ihtiyacımız olan gerekli “duygusal esnekliğe” sahip olmak. Geçen postta verdiğim bambu örneğini hatırlayın. Bambu dünyanın en dayanıklı ağaçlarından, çünkü esneme özelliği (bükülgenliği) en sert fırtınalara bile dayanmasını sağlıyor.

Peki stres ve kaygıyı daha yoğun hissettiğimiz şu günlerde onlarla mücadele etmek için neler yapabiliriz?

İşte size birkaç öneri:

1) Her durumda olabildiğinde pozitife odaklanın. Negatife düştüğünüz anda düşüncelerinizi pozitife odaklamak için kendinizi zorlayın hatta! Bir süre sonra bu davranış otomatikleşecektir. Bu tutumunuzu desteklemek için kendinize sorular sorabilirsiniz:

– şükredecek nelerin var?

– yolunda giden neler var?

– iple çektiğiniz neler var?

– kendinle hangi konularda gurur duyuyorsun?

– hangi konularda ya da nelere sahip olduğun için kendini şanslı hissediyorsun?

Unutmayın, olumsuza odaklanmak bir süre sonra gözümüzün önüne perde çeker ve hayatımızda aslında güzel olan, pozitif olan şeyleri de görmemeye başlarız.

2) Şikâyet etmeyi ve negatif konuşmayı bırakın. Yani mühim olan sadece düşüncelerimizi pozitife odaklamak değil, dilimizi de pozitife odaklamak. Bunun için ilk adım tabii ki şikâyeti bırakmak. Şikâyeti bırakabilmenin en kolay yolu “şükredeceklerimizin” farkına varmak. Hayatta aslında çok şeye sahibiz ama bunların bir minnet olduğunun farkında değiliz. Kaybettiğimizde anlıyoruz ancak. Şu geçirdiğimiz dönem belki de kıymet verecek ne çok şey olduğunu bize bir kez daha daha hatırlatıyor.

3) Cömert davranın. İyi niyetle, beklentisiz verin. Gönülden olun yani. Vermenin duygusal sağlığımız için iyi olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış bir şey. Çünkü endorfin ve oksitonin salınımını tetikliyor. Bu da mutluluk, huzur ve başkalarıyla bağlantı duygularına yol açıyor ve stres seviyesini düşürüyor.

4) Minnettarlığınızı ifade edin: Cömertlik gibi minnettarlığın da duygusal sağlığımız için iyi olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış. Minnettarlığı ifade etmenin iyimserlik getirdiği ve kişinin kendisini daha iyi hissettiği ve uzun vadede daha az sağlık sorunları yaşadığı otaya konmuş. Bunun için insanlara teşekkür ederek başlayabilirsiniz. Hatta bazen zihninizden de yapabilirsiniz. Her gün teşekkür edecek 5 tane durum tespit edin ve zihninizden bunlar için teşekkür edin mesela.

5) Zihninizi dinlendirin. Pozitif düşüncelere daha da yer açmak için zihnimizi ara ara boşaltmamız gerekiyor. Dikkatimizi dış dünyadan ve düşüncelerden bilinçli bir şekilde içe yöneltmek sistemi resetlemeye yardımcı oluyor. Ufak bir nefes çalışmasıyla bunu gerçekleştirmeniz mümkün:

– sessiz ve sakin bir ortam yaratın ve rahatça oturun

– gözlerinizi kapatın, derin bir nefes alın ve nefesinizi verirken yavaşlayın

– sonra yavaşça dört saniye boyunca nefes alın ve bir saniye kadar tutun

– nefesinizi tuttuğunuz sırada sessizliğe odaklanın

– sonra yine yavaşça nefesinizi bırakın ve tekrar sessizliği dinleyin.

Rahatladığınızı hissedene kadar bu çalışmayı tekrar edebilirsiniz.

6) Serbest bırakın. Bu dönemde yaşadığınız olumsuz duyguları serbest bırakabilmeniz daha da önem arz ediyor. Özellikle yüksek stres ve kaygı varsa. Hareket alanımızın kısıtlandığı şu dönemde, enerji çalışmaları yapmayanların duygularını bir şekilde “akıtabilmesi” oluşabilecek blokajların önüne geçebilir. Neticede duygu olarak tanımladığımız hareket halindeki enerjidir. Yerimizde durmamız gereken şu dönemde bu duygular eğer serbest bırakılmazsak sadece şişer, enerji bedenimizde aksaklıklara yol açar, ama ortadan kaybolmaz.

Duygularınızı serbest bırakabilmek için aşağıdaki alıştırmayı deneyebilirsiniz (bunu ayrı bir postta paylaşmıştım hatırlarsanız):

– sessiz ve sakin bir ortam yaratın ve rahatça oturun

– gözlerinizi kapatın derin bir nefes alın ve nefesinizi verirken yavaşlayın

– bunu yaparken yaşadığınız olumsuz duyguların bedeninizde neler hissettirdiğine odaklanın

– bedeninizde hangi duyguları, hangi fiziksel hisleri tutuyorsunuz? tüm bunlar size nasıl hissettiriyor?

– sakince nefes alıp verirken tüm bu hislere odaklanın

– bir sonraki nefesinizi verirken bedeninizdeki tüm tansiyonu bıraktığınızı hissedin

– sonra yüksek sesle tekrar edin “evet, bu …… (hissettiğiniz olumsuz duygu her ne ise onu söyleyin) hissediyorum, bu ….. akıp gitmesine izin veriyorum, bu …… serbest bırakıyorum ve şimdi akıyor ve gidiyor”.

– sonra bedeninizi ayaklarınızdan başlayarak yukarı doğru zihninizle tarayın ve bulduğunuz tüm gerilimi serbest bırakın

– rahatladığınız hissettiğinizde derin bir nefes alıp verin ve sakince gözlerinizi açın.

7) Birileriyle konuşun ve ihtiyacınız olursa yardım isteyin. Yaşadığımız sıkıntıları başkalarıyla paylaşmanın katartik bir etkisi var. Yapılan araştırmalar kadınların erkeklere göre daha uzun yaşamasının sebebinin tam da bu olduğunu açıklıyor. Yani birileriyle konuşmak ve sıkıntılarımızı paylaşmak. Yalnız, bunu yaparken sürekli negatifte olmamaya ve söylediğiniz her negatif şeyde yapıcı bir taraf bulmaya dikkat edin.

Bu zor zamanda yaşadıklarımızın üstesinden gelmek için duygusal esnekliğe sahip olabilmeye her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Ama başarabiliriz!!!

Eleştirel iç sesle nasıl başa çıkılır?


Hepimizin içinde susmak bilmeyen vıdıvıdıcı eleştirel bir iç ses var. Çoğumuz yeni bir şeyler denemeye karar verdiğimizde ortaya çıkan bu sinir bozucu düşüncelere çok aşinayız. Yeni bir işe başvurduğumuzda, yeni bir okula kayıt yaptırdığımızda, işimizde yeni bir göreve getirildiğimizde ya da birine yemeğe çıkma teklif ettiğimizde, bu yeniliği gerçekleştirmeyi başarıp bir “oh” çeksek bile, sonrasında yaşadığımız endişe ve kendimizden duyduğumuz şüphe, çok geçmeden yeni kaygıların su yüzüne çıkmasına sebep olur: Acaba bu işi gerçekten kotarabilir miyim? Bu okulda başarılı olabilir miyim? İşteki bu yeni görevin hakkını verebilir miyim? Ya da bu ilk randevuyu kendimi rezil etmeden atlatabilir miyim?

Değişim ve yenilik karşısında kaygı duymak elbette ki beklenebilir ve doğal bir şey. Mesele, endişemizin ve şüphemizin ne kadarının doğal, ne kadarının eleştirel iç sesimizin ürünü olduğu… Eleştirel iç sesimiz, içimizdeki düşmanı temsil eder ve kendimizi gerçekleştirmemiz karşısında çok ama çok ciddi bir tehdit olarak bulunur. İnsanın kendi içine dönmesine, güvensiz hissetmesine, aşırı özeleştiride bulunmasına, kendini reddetmesine, sınırlamasına, hedefe yönelik adımlardan geri çekmesine sebep olur.

Üstelik, bu eleştirel iç sesin yönelttiği saldırılar kişinin hayatının her yönünü etkiler: ruh halini, zihinsel durumunu, tutumlarını, yargılarını, kişisel ilişkilerini, eş seçimini, başkalarıyla ilişki kurma tarzını, okul veya kariyer seçimini ve hatta iş performansını bile…

Eleştirel iç ses, kişinin kendisine ve başkalarına yönelttiği negatif düşünce modelleri olarak tanımlanabilir. Bunun kökeninde bireyin sahiplendiği olumsuz davranış kalıpları bulunur. Bireyin kişiliğinin doğal ya da uyumlu olmayan, aksine, öğrenilmiş ya da dayatılmış bir katmanını temsil eder.

Eleştirel iç ses, bizimle konuşan gerçek bir ses olmaktan ziyade, hepimizde var olan ve hedeflerimize ulaşmamızı engelleyen, bizi sınırlayan düşünce ve tutumlar olarak deneyimlenir.

Bu sesle yaşamımızın çeşitli alanlarında sıklıkla karşılaşırız; mesela bize ilişkilerimizde fazla derinleşmememizi ya da kariyerimizde çok ileri gitmememizi söyler. Bu eleştirel iç ses acımasızca konuşmaktan da asla imtina etmez: Sen kim olduğunu sanıyorsun? Başarabileceğini mi sanıyorsun? Kimsenin umurunda değilsin! Bazen de son derece aldatıcı bir şekilde yatıştırıcı olabilir: Sen kendi başına çok iyisin. Yalnız çok daha mutlusun, vb. gibi…

Bu eleştirel iç ses genellikle bizi istediğimiz şeyin peşinden gitmekten alıkoyar ve kendimize zarar veren davranışlarda bulunmamıza neden olur.

Peki bu eleştirel iç sesle nasıl başa çıkabiliriz?

İşte uygulayabileceğiniz basit bir yol haritası:

1) Öncelikle o iş sesi dinleyin. Size ne anlatıyor? Kendinizi özellikle çok eleştirdiğiniz bir yanınızı seçerek ve sonra da bu eleştirilerin ne olduğuna dikkat ederek başlayabilirsiniz. Kişinin eleştirel iç sesiyle kendine yönelttiği saldırıların neler olduğunu fark ettikten sonra, bunlara üçüncü tekil şahısla cevap vermesi çok önemli. Naratif terapinin bir parçası olan kişiyi sorunlarından ayrıştırma yaklaşımından yola çıkarak, kendimi işe yaramaz hissediyorum yerine eleştirilen versiyonum kendini işe yaramaz hissediyor vb. gibi…

2) İkinci adım, bu sesin nereden geldiğini bulmak. İç sesten gelen bilgiyi bir kere sesli ifade ettikten sonra, kişi genelde saldırının kaynağı hakkında fikir sahibi olur. Eleştirinin içeriği ve tonu hakkında beklenmedik bir netliğe kavuşmaya başlar. Aslında tüm bu saldırıların oldukça “tanıdık” geldiğini fark eder. Çünkü eleştirel iç sesinin aslında çocukken kendisine karşı olan tutumları taklit ettiğini, aynı onlar gibi konuştuğunu görür.

3) Üçüncü ve son adım da bu eleştirel iç sese “cevap vermek”. Gerçek anlamda yüksek sesle cevap vermekten ve bu çarpıtılmış saçma sapan düşünceyi mantıklı bir cevapla çürütmekten bahsediyorum. Mesela eleştirel iç sesiniz hiçbir konuda başarılı olamayacaksın diyorsa kendinize daha evvel başarılı olduğunuz şeyleri hatırlatabilirsiniz. Bu cevabı verirken gerçekten nasıl olduğunuz, başka insanların nasıl olduğu ve sosyal yaşantınızla ilgili gerçekte neyin doğru olduğunu ifade etmek çok önemli. Mesela, dünyada mükemmel diye bir şey yok, hepimiz biliyorsuz ki kimse mükemmel değil ve olamaz da. Ben de değilim. Üstelik artık ilkokulda da değiliz; kimse bize karne vermiyor, vb. gibi bir cevapla karşılık verebilirisiniz…

Bundan sonrasında, iç sesinizle konuşup onu mantıklı cevaplarla çürütmenin hayatınızda nasıl olumlu yansımaları olduğunu takip etmenizde fayda var. Çünkü eleştirel iç sesinizin eylemlerinizi nasıl etkilediğini fark etmek, kendinizi sınırlayan davranışlarınızı değiştirmek istediğinizde oldukça yardımcı olur. Ayrıca, olumlu sonuçlar aldığınız görmek de inanılmaz bir motivasyon sağlar.

Eleştirel iç sesinize ne kadar karşı hareket ederseniz, yaşamımız üzerindeki etkisi o kadar zayıflar. Eğer yukarıdaki adımları takip edip eleştirel iş sese “cevabını vermeyi” öğrenirseniz, daha fazla gerçek kendiniz haline gelir, hedeflerinize ulaşabilir ve kendi kendinize dayattığınız sınırlamalardan özgür kalabilirsiniz.

Yazı farkındalığı alıştırmaları


İşte size kâğıdın başına oturmak için kolay bir başlangıç… Neden mi? Daha evvelki yazılarımda biraz değindiğim üzere, yazmanın sağladığı farkındalık (ki bu konuya başka bir yazıda daha detaylı yer vereceğim!) zihinsel ve bedensel dönüşümümüz için oldukça faydalı. Uygulaması son derece kolay ve kısa bu alıştırmalarla siz de yazı farkındalığı geliştirebilir, yazarak şifaya adım atabilirsiniz. Aman canım böyle alıştırma mı olur demeyin, önce bir deneyin!

Alıştırma 1: Öncelikle bedeninize odaklanın. Nasıl hissediyorsunuz? Hemen şu an bir şarkı olsaydınız hangisi olurdunuz? Vücudunuzun her parçasını zihninizle teker teker tarayın. Elleriniz sıcak mı, soğuk mu, terliyor mu? Ayaklarınız üşüyor mu? Bacağınızda ya da başka bir yerde bir ağrı hissediyor musunuz? Bedeninize dair farkındalık kazanın. Duyusal algılarınıza odaklanın, düşüncelerinize değil. Bedeninizin her bir parçasını taradıktan sonra fark ettiğiniz her şeyi yazmaya başlayın. Bitirdikten sonra bu kez kalkıp dans edin. Evet, dans edin! Hoplayın, zıplayın… Bunu yaparken yine bedeninize odaklanın. Bu sefer nasıl hissediyorsunuz? Aradaki farkı hissetmeye çalışın.

Alıştırma 2: Bu sefer de bir renk olduğunuzu hayal edin. Şu an içinde bulunduğunuz ruh halini anlatan bir renk… Hangi renk olurdunuz? Parlak bir sarı mı, solgun bir mavi mi? Ya da mavi sizin için capcanlı bir gökyüzü anlamına mı geliyor? Hangi renk olduğunuza karar verdikten sonra o renge odaklanın. Ve seçtiğiniz rengi düşündüğünüzde aklınıza gelen tüm nesneleri, sesleri, manzaraları, görüntüleri, duyguları yazmaya başlayın. Sonra kendinizi renklerle ve tonlarla anlatmaya koyulun: mesela; ben parlak pembe renkli bir sardunyayım, kahkaham mor kadife bir menekşe gibi, güldüğümde gözlerim koyu bir ceviz gibi parlıyor, cildim beyaz bir ipek mendil gibi…

Alıştırma 3: Son olarak, önünüze boş bir kâğıt alın ve tepesine “şükürler olsun” yazın. Sakın dalga geçmeyin! Biraz düşündüğünüzde hayatınızda şükredeceğiniz ne kadar çok şey olduğunu fark edeceksiniz. Aklınıza gelen her şeyi yazın ve bu kâğıdı bir kenarda saklayın.

Bedenin bilgeliği


Bedenimiz ruhumuza ev sahipliği yapar. Kendi ilahi bilgeliğine ve bilgisine sahiptir. Ancak onunla bağlantıya geçmek için düzenli çalışmak gerekir. Meditasyon, mindfulness, yoga, egzersizler, nefes çalışmaları ya da aşağıda vereceğim kısa çalışmada olduğu gibi sadece gözlerinizi kapatıp bedeninizi dinlemek bile onunla bağlantıya geçmenizi zaman içinde kolaylaştırır.

Bedensel sıkıntılarımız ya da duygusal anlamda kendimizi olumsuz hissetme hali (bu olumsuzlukları birçok negatif duygu ile açıklayabiliriz; kızgınlık, üzüntü, kaygılı vb. gibi) aslında vücudumuzun bizimle iletişim kurma şeklidir ve bu kendimizde ayar yapmamız gerektiğine dair önemli bir işarettir.

Her zaman güçlü olmanın ve sınırları daha da zorlamanın beklendiği bir dönemde yaşıyoruz. Ama bu durumun yan etkileri de yok değil. Özellikle de iş hayatının getirdiği yüksek stres sebebiyle. Bunalmış, stresli veya bitkin hissettiğinizde bedenin bilgeliğine yönelmek gerekir. Çünkü bedeninizden gelen günlük negatif duyumlar rahatsızlıktan daha fazlasıdır; onun derin bilgeliğinin sizinle iletişime geçme biçimidir.

Bedenimiz; yüksek benliğimiz, birbirimiz ve evren ile bağlantı kurma şeklimizdir, bu yüzden oldukça önemli bir araçtır! Kim olursanız olun, nasıl bir geçmişiniz olursa olsun, bedeniniz sizinle konuşur ve bunu size özel bir şekilde yapar. Bazen aniden ortaya çıkan bir ağrı, bazen bir anda gelen bir sezgi, ya da sebebini anlamadığınız bir rahatsızlık hissi… Bunların hepsi size vermeye çalıştığı mesajlardır.

Bazı zamanlar da sadece ciddi bir bunalmışlık ve hangisini dinleyeceğinize karar veremediğiniz için zihninizle kalbiniz arasında sıkışıp kalmışlık hissedersiniz. Bu durum bedeninizde fiziksel rahatsızlık hissetmenize sebep olabilir. Ancak bedeninizin bilgeliğini ne kadar çok dinlerseniz ve işlerin nasıl geliştiğine dikkat kesilmeye başlarsanız, bedeninizin benzersiz iletişim tarzı hakkında daha fazla bilgi edinebilirsiniz. Böylece onun “tüyolarından” faydalanmaya başlayabilirsiniz.

İhtiyacınız olduğu anda bedeninize sorular sorun. Mesela önünüze bir yemek geldiğinde onu yemek istiyor musunuz? Yemek istediğiniz gerçekten de o yemek mi? Ya da bir arkadaşınız program yaptığında bedeninize dönün ve size ne söylediğine bakın. Bu program size ne hissettiriyor? Heyecan mı duyuyorsunuz? Yoksa rahatsızlık mı? Ondan gelen cevaba güvenin. Bu bilgelik size doğru yolu gösterecektir.

Bedenin bilgeliğini dinlemeye ve söylediklerine kulak asmaya hazırsanız aşağıda kısa bir alıştırma da paylaşıyorum.

Alıştırma

Bu alıştırmayı meditasyon yapıyor gibi oturarak gerçekleştirebilirsiniz. Dileyenler, suyun sakinleştirme özelliğinden faydalanmak için aynı alıştırmayı duşun altında da gerçekleştirebilir.

1. Gözlerinizi kapatın, akan suyun altında durun ve suyun hissini bedeninizde hissetmeye odaklanın. Duygularınıza bırakın ve her hissi fark etmeye ve gözlemeye çalışın. Vücudunuzun nasıl hissettiğine odaklanın.

2. Gözleriniz kapalıyken, eğer sıkıntı yaşadığınız bir bölgeniz varsa, mesela ağrıyan bir diz ya da omuz, ona odaklanın, dikkatinizi verin. O bölgeyi hissetmeye çalışın. Herhangi bir ağrı hissederseniz sakin sakin nefes alın. Sanki tüm nefesinizi o bölgeden geçiriyorsunuz gibi. Hazır hissettiğinizde o bölgeye “ne bilmemi istiyorsun” diye sorun.

3. Soruyu sorduktan sonra bazen bir yanıt veya sezgisel bir his gelebilir. Yanıtınız bir kelime, bir vizyon, bir resim veya sadece bir his olabilir. Her ne olursa olsun, ona güvenin.

Bedeninizi düzenli olarak dinleyerek ve size ilettiği mesajların farkına vararak hem sağlığınız hem de refahınızdan için olumlu adımlar atabilirsiniz.