Hepimizin her sabah tekrar ettiği bir takım gündelik alışkanlıkları, rutinleri vardır, öyle değil mi? Uyanırız, yataktan çıkarız, çişimizi yaparız, dişlerimizi fırçalarız, giyiniriz, evi havalandırır, etrafı toparlar, belki bir şeyler atıştırır, maillerimize ve sosyal medya hesaplarımıza şöyle bir bakarız… Ve hemen her gün bunun benzer varyasyonlarını tekrarlarız.
Bu kadar bilgi bile, hepimizin hayatı hakkında şunu söylemek için yeterli aslında: Belki farkındasınız, belki değilsiniz, ama hayatımızın çıktıları, yani elde ettiğimiz sonuçlar, alışkanlıklarımız tarafından belirleniyor.
Alışkanlıklarımız bizi başarıya götürebilir, şöhret yapabilir, çok para kazanmamızı sağlayabilir, bizi sevgi ve mutlulukla doyurabilir. Öte yandan, yine aynı alışkanlıklarımız bizi depresyona, yalnızlığa, mutsuzluğa, kaygıya, yoksulluğa da sürükleyebilir.
Ne kadar mutlu olduğumuz alışkanlıklarımızın bir sonucudur. Ne kadar para kazandığımız, sağlık durumumuz, sosyal yaşantımız, sahip olduğumuz ve koruduğumuz alışkanlıklarımızın bir sonucudur. Ve eğer bu alışkanlıkları bilinçli olarak gözlemlemez, değerlendirmez, onlara kafa yormaz ve onları şekillendirmezsek bizi uçurumdan aşağı götürebilirler. Alışkanlıklarımız, hayatımız boyunca çıkartacağımız anlamlar, elde edeceğimiz mutluluk ve zamanımızı en iyi şekilde kullanma mücadelemizdeki yegâne silahımızdır.
Gerçek davranış değişikliği aslında kimlik değişikliğidir
Alışkanlıklarımızı yukarıda girizgâhını yaptığım gibi kuvvetli ve etkili bir şey gibi düşünmüyoruz, çünkü çoğumuzda genellikle “hedeflere” odaklanma refleksi var. Ancak geçenlerde paylaştığım “daha iyi bir siz olun” postunda anlattığım gibi, kendimize koyduğumuz hedeflere ulaşmak için de önce onlara ulaşabilecek frekansta biri olabilmek gerekiyor.
Bunu ifade ederken kastettiğim aslında tam anlamıyla şu; amaç maraton koşmak değil, bir koşucu olmak… Yani önce kendimizi, “zihniyetimizi” maraton koşacak seviyeye getirmek, yani bunun için de önce koşucu olabilmek, o alışkanlığı edinmiş olmak gerekiyor.
Bu alışkanlıklar meselesini düşündüğümde aklıma hep Jim Carrey’nin “Yes Man” filmi gelir. Ne muazzam bir filmdir o! İzleyenler hatırlar, filmin esas kahramanı Carl, son derece içine kapanmış, hayata açılmaktan kendini alıkoymuş, tüm çevresine de içindeki bu zehirle bakan biridir. Ancak bir gün içine düştüğü bir kişisel gelişim programı neticesinde her şeye “evet” deme kararı alır. Bu karar ilk başlarda Carl’ın başını derde soksa da beraberinde harika sürprizler de getirir hayatına. Böylece hayatın sunabileceklerine “evet” diyen bambaşka bir adama dönüşür.
Şimdi kendimize dönersek; günlük aldığımız minnak minnak kararlarımızın, bırakın bizi değiştirmesini, hayatımız üzerinde ciddi bir etkisi olduğu birçoğumuzun aklına bile gelmez. Halbuki tüm bu minnak kararlar üst üste, üst üste birikir ve bir dağ olur. Yani aslında gerçekleştirdiğimiz her eylem, olmak istediğimiz kişiye doğru atılan bir adıma dönüşür.
Şöyle anlatayım; diyelim ki kitap yazmak istiyorsunuz. Bir süre boyunca her gün bir tweet bile atsanız, bu aslında o yolda önemli bir adımdır. Çünkü yazma eylemini hayatınıza düzenli olarak sokmuş, onu alışkanlık haline getirmiş olursunuz. Sizi yazara dönüştüren de bu alışkanlıktır işte.
Ben bunu kendi hayatımda birebir yaşadım. Kitap yazmak istiyordum. Ama başlayıp bitiremiyordum bir türlü. Bu arada, yazmak hayatımda tutkulu bir hal almaya başlamıştı. Ben de reklam yazarı olarak çalışmaya karar verdim. Çünkü her gün düzenli yazmanın beni hedeflerime ulaştıracağının farkındaydım ve reklam yazarlığı da (bu mesleği devam ettirmek için değil ama bu yolda bir adım olarak) benim için muazzam bir basamaktı ve tam da düşündüğüm gibi oldu. Kısa zaman sonra hep arzu ettiğim gibi bir senaryo grubunda yazmaya başladım, bir zaman sonra, 2015 yılında da romanım basıldı.
Unutmayın, gerçekleştirdiğiniz her eylem, olmak istediğiniz kişiye atılan bir oy gibidir. Yani bugün seçtiğiniz alışkanlıklar, yarın kim olacağınızı ve ne yapacağınızı belirleyecek. O yüzden olmak istediğiniz kişiye oy verdiğinizden emin olun!
Önüne geçemediğiniz anda kim olacaksınız?
Şimdi bu başlığı okuduğunuzda ne demek istedi bu diyebilirsiniz. Ama devam edin, açıklıyorum. Filme döneyim önce; hatırlayın, Carl her şeye evet deme kararı aldıktan sonra, ilk başta hiç hoşlanmadığı patronu Norm’a bile ısınmaya başlıyordu. Çünkü edindiği bu yeni alışkanlık içinde bir şeylerin değişmesine yol açmıştı. Patronuyla geçirdiği vakitten hoşlanmaya bile başlamıştı. Halbuki Norm’un karakterinde, kim olduğunda en ufak bir değişim yaşanmamıştı. Bakın bu kısım çok önemli; bu sonucu doğuran yalnızca ve tamamen Carl’ın etrafında olan bitenlere ve insanlara dair getirdiği yeni yorumdu. Yani yaşadığı algı değişikliği.
Yazılarımı okuyanlar bilir, birçok yazımda algımızı değiştirmemiz gerektiğini vurguluyorum. Yakarıda verdiğim örnek alışkanlıklarımızın hayatımızı nasıl etkilediğine, hayatımızdaki olayları nasıl yorumladığımız üzerindeki etkisine dair çok önemli bir vurgu aslında. Eğer alışkanlıklarımız kim olduğumuzu değiştiriyorsa ve kim olduğumuz dünyayı nasıl anlamlandırdığımızı belirliyorsa, o zaman alışkanlıklarımız başkalarını nasıl gördüğümüzü de belirliyor demektir.
Ne sıklıkta değersiz, aptal ya da çirkin olduğunuzu düşünüyorsanız, hayatınızı bu şekilde yorumlamanız için kendinizi o kadar fazla şartlandırıyorsunuz demektir. Bu şartlandırma sizi bir döngüye hapseder. Aynı şekilde, başkaları hakkında da öyle düşünmenize yol açar. İnsanları öfkeli, bencil ya da adaletsiz görme alışkanlığı geliştirirsiniz. Odaklandığınız tüm olumsuzluk, yeni olumsuzluklar olarak hayatınıza katlanarak gelir.
Alışkanlıklarınız hayatınızda meydana gelen olayları nasıl yorumlayacağınızı belirler. Bakın bu da çok önemli. Çünkü hayatınızda bir olay meydana geldiğinde davranış değişikliğine gitmek için artık çok geç olmuş oluyor. Otomatik davranış kalıbınız neyse, ona göre tepki veriyorsunuz. Mesela, sigarayı bırakmayı hedeflemiş ancak henüz bırakamamışsanız, biri size sigara uzattığında “ileride bırakmayı hedefleyen kişi” olarak hareket edip geri çevirmez, hala bir içici olarak kabul edersiniz, öyle düşünün.
Yani, mecbur olmadığınız zamanlarda yapacaklarınız, önüne geçemediğiniz anda, yani bir olay meydana geldiğinde, kim olacağınızı belirler. İşte bu yüzden alışkanlıklarımız çok önemli.
Dikkat olmadan zamanın bir önemi yoktur
Aslında en önemli varlığımız zaman değil, dikkat. Yaşamımızdaki deneyimlerin kalitesi, günde kaç saatin olduğuna değil, bu saatler içinde ne kadarını değerlendirdiğimize bağlı. Zamanın sınırlı olduğunu bilmemize rağmen, dikkatimizi doğru kullanarak, diğer insanların aynı miktar zamanda elde ettiklerinden çok daha fazlasını elde edebiliriz. Zaman sadece bir ölçüdür ve dikkat olmadan çok da bir şey ifade etmez aslında.
Filmden örnekleyeyim yine; Carl’ın rutinleri zihnini tamamen kapatmıştı. Ne iyiyi, ne kötüyü, hatta önünde olanı bile göremez hale getirmişti. Carl zamanın içinden habersizce, kayıtsızca geçip gidiyordu sanki. Ancak ve ancak alışkanlıklarını değiştirdiği zaman etrafını yeniden görmeye başladı.
Hayatınızda en çok kontrol sahibi olabileceğiniz şeydir alışkanlıklarınız. Ayrıca, farkındalık içinde değilken, yani dikkatinizi vermediğiniz anlarda, zamanınızın nasıl geçtiğini belirleyen de alışkanlıklarınızdır. Televizyon başında mısınızdır, bilinçsizce bir şeyler mi atıştırıyorsunuzdur, tırnaklarınızı mı kemiriyorsunuzdur, kitap okuyor ve aslında belki yeni projeniz için fark etmeksizin fikir mi biriktiriyorsunuzdur? Bunu şu şekilde özetleyebilirim; iyi alışkanlıklar zamanı müttefik, kötü alışkanlıklar zamanı düşmanı yapar.
Nasıl ki olduğunuz kişi hayatınızda olan bitenleri yorumlama biçiminizi şekillendiriyorsa davranışlarınız ve inançlarınız da algınızı şekillendirir. Ve her üçü de alışkanlıklarınızdan büyük ölçüde etkilenir.
Filmden örneklemek gerekirse; Carl kendini hayattan o denli izole etmişti ki, karşısına çıkan fırsatları görmüyordu bile. Bunu tersine çevirmek için yaşamla olan bağlantısını kabullenmesi gerekiyordu. Bunu birçok küçük eylemle gerçekleştirdi; kredi verdi, arkadaşlarıyla görüştü, flyer’ı kabul etti vb. gibi… İşte tüm bunlar bütün hayatını etkileyecek ciddi bir değişiklik yarattı. Tüm bu değişim beraberinde ciddi bir “farkındalık” da getirdi. Etrafında olan bitenleri, insanların davranışlarını, ruh hallerini görmeye, fark etmeye, dikkat etmeye başladı.
Sürece güvenip geleni kabul ettiğimizde, kendimizi hayata tam anlamıyla ve dürüstçe “açtığımızda” algılayış biçimimiz ve algılarımız da açılıyor. Bu farkındalığın getirisi ise bambaşka. Karma ne demiş? Kötülük sende kalır, iyilik dönüp dolaşıp seni geri bulur…
Alışkanlıklarınıza dikkat edin, çünkü alışkanlıklarınız dikkatinizi yönlendirir. İyi alışkanlıklar, kontrolün sizde olmadığı anlarda nereye gittiğinizi belirler.
Baktığın yere gidersin
Motor kullananlar bilir, başını nereye çevirirsen motor oraya gider. Aslında kısaca “baktığın yere gidersin”. İşte bu nedenle dönüşüm için kendimize dönüp nereden başladığımızı, ne noktada olduğumuzu kabul etmemiz, tüm olumsuz düşünceleri ve iç sesimizi bir kenara bırakmamız gerekiyor ki baktığımız yere gidebilelim. Bunun için de yukarıda yazdığım gibi alışkanlıklarımıza dikkat etmemiz gerekiyor. Çünkü alışkanlıklarımız kontrol bizde değilken gittiğimiz yönü belirliyor.
Kim olduğumuz, olan bitenleri nasıl yorumladığımız ve dikkatimiz… Günün sonunda, alışkanlıklarımız bunların üçünü de yönlendiriyor. Hepsi birlikte, ne düşündüğümüzü, nasıl hissettiğimizi ve ne yaptığımızı şekillendiriyor. İşte bu yüzden alışkanlıklarımız her şeydir. Alışkanlıklarımız kaderimizi belirler!
Öyle ki, hayatta elde ettiğimiz sonuçlar, alışkanlıklarımızın gecikmeli bir ölçüsüdür…
Neyse ki, alışkanlıklarımız üzerinde büyük bir kontrole sahibiz. Bu nedenle, alışkanlıklarınızı kurbanı olmak yerine mimarı olmaya çabalayın.