Stres tepkisiyle nasıl başa çıkılır?


İnsan bir tehditle karşı karşıya kaldığında beyni alarm durumuna geçer ve bedeni “savaş ya da kaç” (fight or flight) tepkisine hazırlar. Bu stres tepkisi, bedenin tüm savunma mekanizmasının tehdide karşı savaşmak ya da kaçmak üzere hazır ola geçmesidir.

Bu tepki insanlığın avlandığı ilkel zamanlar için son derece işlevsel ve yaşamsaldır. Karşılaşılan fiziki bir dış tehdit vardır ve insan hayatta kalma dürtüsüyle ya bu tehdide karşı savaşmak ya da ondan kaçmak zorundadır. Ancak modern dünyada değişen yaşam koşullarıyla fiziki dış tehditlerin yerini daha çok içten gelen tehditler alıyor. Artık stres tepkisini tetikleyen savaşmak ya da kaçmak zorunda kalacağımız bir yırtıcı hayvandan çok kredi borcu, faturalar, iş hayatının yoğunluğu ve stresi gibi konular. Ve maalesef günlük hayatımız küçük çapta savaş/kaç tepkileriyle dolu.

Tam da bu noktada beden vuruşlarının (EFT’nin) öneminin altını çizmek gerekiyor. EFT tekniğinde uygulanan “tapping”, yani meridyen noktalarına parmak uçlarıyla yapılan hafif vuruşlar, bedende tetiklenen savaş/kaç tepkisini durduruyor, bu tepkinin tetikleyicisi amigdalaya bunun artık bir tehdit olmadığı mesajını veriyor, zihin ve bedeni yeniden programlayarak daha farklı şekilde tepki vermesini ve bedende depolanan duygusal enerjinin boşaltılmasını sağlıyor.

Beden vuruşlarıyla ilgili daha fazla bilgiye menüdeki 1:1 Çalışmalar bölümünden ulaşabilirsiniz.

Başkasını değil, kendinizi rol model alın!


Birçoğumuz zaman zaman birilerini rol model almışızdır hayatımızda… Bazıları dönemsel, bazıları çok daha kalıcı olmuştur. Rol model almakla ilgili sıkıntı, model aldığımız bireyin aynaladığımız tavrının ya da yönünün bize ne kadar yararlı olduğu, bizim kendi yaşam senaryomuzda bize faydasının mı yoksa zararının mı dokunduğu… Aslına bakılırsa, hepimiz – her birimiz – için rol alınacak çok iyi bir model var önümüzde. Kim mi dersiniz? Tabii ki kendimiz… Ancak asıl soru şu; hangi “kendimiz”?

Hepimiz hayat akışımız boyunca, hatta bazen aynı gün içinde bile iniş-çıkışlar yaşıyoruz. Dip noktalara vurduğumuz kadar, çok pozitif hissettiğimiz anlarımız da oluyor. Şimdi gözlerinizi kapatıp kendinizi o duygu skalasının tepe noktasında hissettiğiniz anlardan birini düşünün. O “versiyonunuzu” gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Belki başarılı bir sunum sonrası tebrikleri kabul ediyorsunuz, ya da hep denemek istediğiniz bir yemeğin altından ziyadesiyle kalktınız ve kendinizle gurur duyuyorsunuz… Bu son derece pozitif hisseden versiyonunuza bakın ve duygularını, o yüksek enerjinin ona neler kattığını bir düşünün şimdi…

İşte aslında hepimiz için rol alınacak bir model var çok yakınımızda. Dip noktada, yılmış, ya da çıkmazda hissettiğimizde dönüp yine bakacağımız, kendimizin en pozitif hali… Aynalamamız gereken onun enerjisi ve o enerjiyle neleri başarabileceği. Çıkmazda olduğunuz zamanlar sadece sorunları görürsünüz. Çözümler görünmez hale gelir. Biz düşük enerjideyken her fikir, her çözüm, her arayış, her cevap, düşük enerjili olur. Ama dönüp o duygu skalasının pozitif tarafındaki bir versiyonunuzu düşündüğünüzde, onun enerjisine sahip olsaydınız neler yapabileceğinizi, nasıl olacağınızı düşündüğünüzde, sis bulutu yavaş yavaş dağılmaya başlar ve karşımıza daha iyi cevaplar gelir… O yüzden en iyi rol modelinizin kendiniz olduğunu unutmayın!

Stresin etkileri


Stresin duygudurumumuz üzerinde önemli etkilere sahip olduğunu sanırım hepimiz tahmin edebiliriz. Hayatın günlük akışında, herkes duygu durumunda dalgalanmalar yaşayabilir. Ancak, stresi baskın olarak hissettiğimiz zamanlarda normalden daha yorgun, daha tükenmiş, daha sinirli hissedebilir, ya da daha sakar, dikkatsiz, unutkan olabiliriz. Stres vücutta aşırı uyarılmışlığa sebep olur. Bu da en başta uykumuzu olumsuz anlamda etkiler. Uykusuzluk, sinir, dikkat dağınıklığı, odaklanma ve hafıza sorunları olarak karşımıza çıkar. Bununla da kalmaz üstelik. Uyku sorunları, kalp rahatsızlığı, depresyon ve obezite gibi sağlık sorunlarına dönüşme riski de taşır. Bununla birlikte, insanlar bazen farkında olmadan, stresi kendilerinde stres yaratan başka alışkanlıklarla çözmeye çalışır; sigara, alkol ya da yemek gibi… Bu da stres döngüsünü devam ettirmekten başka bir işe yaramaz.

Tüm bunlarla mücadele etmenin temel yolu, stresi yönetebilmekten geçer.

Peki siz stres seviyenizin farkında mısınız ve onunla nasıl başa çıkıyorsunuz?

Neden yaşadığınız stresle baş etmesini öğrenmelisiniz?


İnsan vücudu strese tepki vermek üzere tasarlanmıştır. Bu sistem, ilkel insan zamanında oldukça işlevseldir. İlkel insanın yırtıcılardan ve diğer hayvanlardan kaynaklı tehditlere karşı kendini koruyabilmesi için tasarlanan bu sistem günümüz toplumunda hala işlevini sürdürür, ancak artık çok başka türlü. Günümüzde stres faktörleri ağır bir iş yükünü omuzlamak, bir ailenin bakımını sağlamak, kredi borçları, faturalar, yetişmeyen kiralar gibi daha incelikli ama aynı derecede tehdit edici bir biçime sahiptir. İnsan vücudu, algılanan tüm stres faktörlerini bir tehdit olarak görür.

Beden algılanan bir tehditle karşılaştığında (örneğin, ucuz atlatılan bir kaza, şok edici bir haber, zorlu bir iş gibi), beyinde küçük bir bölge olan hipotalamus sinirsel ve hormonal bir sinyal olan “savaş ya da kaç tepkisini” tetikler. Bu sistem, böbreklerin üstünde bulunan adrenal bezlere komut göndererek adrenalin ve kortizol dahil olmak üzere birtakım hormonların salgılanmasını sağlar.

Adrenalin, kalp atış hızını artıran, kan basıncını yükselten ve enerji kaynaklarını artıran bir hormondur. Birincil stres hormonu olan kortizol, kan dolaşımındaki şekeri (glikoz), beynin glikoz kullanımını ve dokuları onaran maddelerin varlığını artırır. Kortizol ayrıca savaş/kaç tepikisinde gereksiz veya zararlı olabilecek işlevleri de engeller. Bağışıklık sistemini zayıflatır, sindirim ve üreme sistemlerini bastırır. Bu karmaşık doğal alarm sistemi aynı zamanda beynin ruh halini, motivasyonunu ve korkusunu kontrol eden bölgeleriyle de iletişim kurar.

Vücudun strese verdiği bu yanıt sistemi genellikle geçicidir. Algılanan bir tehdit geçtikten sonra hormon seviyeleri normale döner. Adrenalin ve kortizol seviyeleri düştükçe, kalp hızı ve kan basıncı başlangıç ​​seviyelerine döner ve diğer sistemler düzenli faaliyetlerine devam eder. Ancak, modern toplumda her şeyi bir stres faktörü olarak deneyimlediğimizden vücudumuz da sürekli kendini saldırı altında hisser ve savaş/kaç tepkisi sürekli aktif kalır.

Stres-tepki sisteminin uzun süreli aktif kalması – dolayısıyla kortizol ve diğer stres hormonlarına aşırı maruz kalma – vücudun neredeyse tüm süreçlerinin dengesini bozar ve aşağıdakiler de dahil olmak üzere sayısız zihinsel ve fiziksel sağlık sorunu riskini artırabilir:

– Kaygı

– Depresyon

– Sindirim problemleri

– Kalp hastalıkları

– Uyku sorunları

– Kilo problemleri

– Bellek ve konsantrasyon bozukluğu

İşte tüm bunlar sebebiyle yaşadığınız stresle baş etmeyi öğrenmenin faydaları çok büyük. EFT temelli Stresten Pozitife atölyesiyle buna dair hem ciddi bir farkındalık, hem de son derece pratik ve çok faydalık uygulamalar öğrenebilirsiniz.

Bilinçaltı korkularımız


İnsanları geride tutan, başarıdan alıkoyan, hayallerinin önüne geçen esas unsur nedir? Korku. Sadece başarısızlık korkusu değil, başarı korkusu da. Belki birçoğunuz korkularınız olmadığını düşünüyorsunuz. Aslında, korkularımızın büyük bir kısmı bilinçdışıdır. Konuya dair yapılan araştırmalar, katılımcılara 10 ila 30 milisaniye süreliğine onları tedirgin edecek bir resim gösterildiğinde, bu resmi gördüklerinin “bilinçli olarak” farkına varmasalar dahi, beynin kaygı merkezi olan amigdalanın alarm vermeye başladığını kanıtlıyor. Yani kaygı merkezindeki depremler düşünen, bilinçli zihnimizde artçı depremlere yol açıyor.

Bu ne demek oluyor peki? Prefrontal korteksiniz, hedeflerinize ulaşmanız, hayatınızda olumlu yönde birtakım değişiklikler yapmanız için çabalasa da, gerçekte hissetmediğiniz, hatta farkında dahi olmadığınız bilinçdışı korkularınız beyninizin karar alan bu bölümünün işlevini bozuyor.

Aslında birçoğumuz, başarılarımızın önündeki engelin bilinçdışı korkularımız olduğunun bile farkında değil.

Kaygı merkezi, siz belki korktuğunuzun idrakında bile olmadan alarm durumuna geçtiğinde bu aynı zamanda motivasyonunuzu da olumsuz yönde etkiliyor. Yani harekete geçmek için gerekli motivasyonu kaybediyoruz. Yani kaygı merkezimin farkında olmasak da aslında harekete geçmemizi engelliyor.

Peki bu sisteme fake atmanın bir yolu yok mu? Var tabii. İşte size birkaç öneri;

– Hep tekrar tekrar yazıyorum, yazmaya da devam edeceğim, düzenli meditasyon ve mindfulness prefrontal korteksin güçlenmesini ve amigadalanın küçülmesini sağlıyor. Ayrıca; beyninizin odağını nefesinize getirirseniz ve kendinize anlattığınız hikayeleri (o dırdırcı iç sesinizi) dinlemeyi bırakırsanız, kaygıyı azaltabilir ve yaratıcılığı artırabilirsiniz. Bu yöntemin aynı zamanda genlerimizi de değiştirdiği bilimsel olarak kanıtlanmış durumda (bu konu için bakınız Bruce Lipton kitapları).

– Öte yandan yapılan araştırmalar, olasılıklara ve en yüksek benliğinize inandığınızda beyninizdeki ödül merkezinin harekete geçtiğini keşfetmiş. Ödül merkezinin aktive olması bizi eyleme geçirmesi açısından önemli faktörlerden biri.

– Bir diğer önemli nokta, dilimizi yeniden şekillendirmek. Negatif kurulumlardan pozitif kurulumlara geçmeli, negatif düşündüğümüzde bunun neden mantıksız olduğunu (yazarak ya da sözlü olarak) kendimize söylemeli ve kendimizi yargılamadan, objektif gerçeğin ne olduğunu tıpkı 5 yaşında bir çocuğa anlatır gibi anlatmalıyız (aynı nezaketle!)

– Aynı şey kaygı, stres, panik yaşadığınızda da geçerli. Böyle durumlarda hissettiğinizde kendinize “bunun geçeceğini” söyleyin. Bunu beyninize söyleyin! Kendi kendinize sesli konuşun yani. Kendi kendine konuşma sistemi sakinleştiren, ayrıca eleştirel iç sesi susturan bir eylem.

– Bir de odağınızı problemlere değil “çözümlere” getirin. Odak neredeyse enerji oraya akar. Enerjinizi akıttığınız şey hayat bulur. Dikkatinizi oraya verin ki tüm sistem problemi değil çözümü üretmek için çalışsın.

– Bir de özellikle çözüm konusunda yazarak çalışın. Mesela hayatınızdaki hangi a, b, c, konularını değiştirirseniz hayatınızın daha iyi olacağını düşündüğünüz şeyleri yazın. Yazmak önemlidir. Çünkü alternatiflerin yayılmasını tetikler. Beyninizi o konulara odaklanmak için daha kararlı hale getirir.